Türkiye’nin Jeopolitik Geleceği Ve Taşıdığı Riskler
Trendlerdeki Yazı

Türkiye’nin Jeopolitik Geleceği Ve Taşıdığı Riskler

Türkiye’yi 21. yüzyılda ne jeopolitik riskler beklemektedir? Türkiye’nin olası bu riskleri minimize etmesi için atması gereken adımlar nelerdir?

Türkiye Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan bir coğrafyada bulunmaktadır. Etrafı denizlerle çevrili bir yarım ada ülkesi olan Türkiye, İstanbul ve Çanakkale boğazlarını kontrol etmesi sebebi ile çok önemli bir jeopolitik konuma sahiptir. Böylesine kritik bir konumda yer alan Türkiye’yi 21. yüzyılda ne gibi jeopolitik riskler beklemektedir? Türkiye’nin olası bu riskleri minimize etmesi için atması gereken adımlar nelerdir? Bu yazımızda Türkiye’ye tehdit oluşturabilecek gelişmeleri ve Türkiye’nin bu tehditlere karşı ne gibi önlemler alabileceğini değerlendireceğiz.

‘’Bir devletin politikası coğrafyasında saklıdır.’’ Fransız siyasetçi ve asker Napoleon Bonaparte, bu sözü söylediği dönem ülkesi Fransa Avrupa’da yayılmacı bir politika izliyordu. Napoleon’un bu sözünü referans alacak olursak Türkiye’nin de politikasının coğrafyasında saklı olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Güney sınır komşuları Irak ve Suriye’deki iç savaş ve siyasi istikrarsızlıklar, ABD ve Rusya gibi emperyalist devletleri bu bölgeye çekmiştir. ABD’nin 2003 yılında Irak’a karşı başlattığı Körfez savaşı sonrası Saddam Hüseyin rejimini devirmesi ve Barzani aşiretini destekleyerek Musul ve Kerkük gibi petrol sahaları zengin Kuzey Irak topraklarında özerk bir Kürt yönetimi kurmasından sonra aynı benzer yapılanmayı bu kez YPG kanadını kullanarak Kuzey Suriye’de gerçekleştirmeye çalıştığı Beyaz Sarayın da yaptığı açıklamalarda açık bir şekilde görülmektedir. Yakın gelecekte bu iki Kürt bölgesini birleştirmeyi planlayan ABD, böylelikle Türkiye’nin güney sınırları boyunca uzanan bir Kürt devleti kurma projesini artık gizli olarak değil açık açık uyguladığını görmekteyiz. Önceki yıllar yayınlanan sözde haritalarla kurulması planlanan Kürt devleti topraklarında Türkiye’nin doğu ve güneydoğu topraklarının da yer alması, ABD’nin Kürt kartını oynayarak 2000 li yılların başından itibaren Türkiye’ye karşı sistematik bir savaş başlattığını göstermektedir. Türkiye’nin güney sınırlarında sıcak bir hat oluşturmayı başaran ABD, paralel olarak Doğu Akdeniz’deki zengin hidrokarbon yataklarının keşfi ile birlikte, Türkiye ve Yunanistan arasında Ege ve Akdeniz’de münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmemiş olması ve tartışmalı statüde bulunan adalar konusu çözüme kavuşturulmamışken, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum yönetimini destekleyen siyasi açıklamaları ve askeri desteği, ABD’nin Türkiye’yi birçok cephede köşeye sıkıştırmaya çalıştığına diğer bir örnektir. Aynı süreçte Avrupa Birliği ve birçok batılı devlet tarafından da ekonomik ve askeri ambargo kıskacı altına alınan Türkiye, coğrafyasında yaşanan bu sıcak gelişmelere birtakım karşı önlemler alarak cevap vermeye çalışmaktadır.

Türkiye ise yaşanan bu gelişmelere karşı, batı ve NATO bloğundan uzaklaşıp Rusya ile yakın ilişkiler kurmaya karar verdi. Suriye’nin kuzeyinde Rusya ile yaptığı işbirliği sonucunda gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Operasyonu ve sonrasında yine Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirdiği Barış Pınarı harekâtları ile ABD’nin Suriye’de kurmaya çalıştığı Kürt oluşumuna büyük bir darbe vurmuştur. Yine paralel süreçte Rusya’dan aldığı S400 sistemleri ile hava savunma sistemi açığını kapatmayı amaçlamaktadır. Milli Savunma Sanayiine yaptığı yatırımlarla yerli ve milli sloganı ile birçok projeyi hayata geçiren Türkiye, savunma harcamalarındaki yerlilik oranını %80 lere çıkararak, kendisine uygulanan askeri ambargolara karşı bir çözüm üretmeyi başarmıştır.

Rusya’nın ABD’nin bölgede kurmaya çalıştığı Kürt devletine karşı Türkiye tarafında yer alması ve Türkiye’nin bölgede yaptığı operasyonlara yeşil ışık yakması Türkiye’nin elini bir nebzede olsa rahatlatmıştır. İran’ın açık bir Kürt politikası uygulamaması nedeni ile İran ile güvenilir bir işbirliği gerçekleştiremeyen Türkiye, Avrupa Birliği devletlerinden özelliklede Almanya’dan zayıfta olsa aldığı destek ile coğrafyasını tehdit eden oluşumlara karşı adımlar atmaya devam etmektedir. Ege ve Akdeniz’deki stratejisini ‘’Mavi Vatan’’ sloganı ile duyuran Türkiye, Kaddafi sonrası iç savaşa sürüklenen Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümetine verdiği askeri ve siyasi destek ve Libya’da kurduğu askeri üslerle Libya’daki dengeyi lehine çevirmeyi başarmış ve Libya Ulusal mutabakat Hükûmeti ile Akdeniz de münhasır ekonomik bölge anlaşması imzalayarak Yunanistan, İsrail ve Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin imzaladığı ve doğu Akdeniz gazını Avrupa’ya taşımayı amaçlayan EAST-MED boru hattı projesini sekteye uğratmıştır. Türkiye, Suriye ve Libya’da Rusya ile karşı karşıya gelmiş gibi görünse de bu iki ülkenin danışıklı dövüş politikası yürüterek Afrika ve Ortadoğu’yu paylaştığı yönündeki haberler batılı gazeteler tarafından sık sık dile getirilmektedir. Geçtiğimiz aylarda Azerbaycan ve Ermenistan arasında gerçekleşen savaşta 30 yıldır işgal altındaki Dağlık Karabağ topraklarının Azerbaycan tarafından geri alınması, bölgede Rusya’nın onayı olmadan böyle bir adım atılamayacağını bilen stratejisiler, Türkiye ve Rusya’nın Suriye ve Libya’da olduğu gibi Kafkasya’da da anlaştığını dile getirmektedirler. Geçtiğimiz günlerde Fransız lider Emanuel Macron yaptığı açıklamada Rusya ve Türkiye’yi Afrika ülkelerinde artan Fransız karşıtlığını körüklemekle suçladı. Üst perdeden gelen bu beyanda gösteriyor ki Rusya ve Türkiye iş birliğini, son 50 yıldır özellikle Fransa’nın sömürgesi altında bulunan Afrika ülkelerinde genişleterek, Fransa’nın oyun dışı kalmasını amaçlamaktadırlar. Türkiye önceki yıllar Afrika ülkeleri olan Somali ve Sudanda kurduğu askeri üslerle Akdeniz’in stratejik geçiş noktalarını kontrolü altına alarak, deniz güvenliğini sınır ötesinden sağlamak istediğini göstermiştir. Liderliğini Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinin yaptığı körfez ülkelerini Türkiye karşıtı cephede birleştiren ABD, Türkiye’nin bölgedeki en önemli finansal müttefiki olan Katar’a karşı körfez ülkeleri tarafından ambargo uygulatarak Katar’ın Türkiye ile olan finansal ilişkisini kesmeyi amaçlamıştır. Katar yönetimine yapılacak bir darbe riskine karşı Türkiye, Katar devletinin daveti üzerine Katar da bulunan ABD askeri üssünün hemen yanına bir askeri üs kurmuştur.

Tüm bu gelişmeler ve analizler gösteriyor ki Türkiye’nin gelecek on yıl içerisinde güney sınırları ve Doğu Akdeniz’de sıcak çatışmalara girmesi olasıdır. Savunma sanayii yatırımlarını artırmakla beraber özellikle MİLGEM projeleri ile denizlerdeki üstünlüğü ele geçirmek için savaş ekonomisi yaratması gerektiğinin farkında olan Erdoğan yönetimi, ABD ve Avrupa Birliği ile 2021 yılında ılımlı diplomasi yürütmek için karşılıklı yeni adımlar atılması gerektiğini duyurdu. ABD’nin de zaman kazanmak isteyeceği bu süreçte yapay diplomasi görüşmelerinin uzatılacağı, Avrupa Birliğinin ise daha katı, zaman tanımaz bir politika yürüteceği öngörülmektedir. Almanya’nın takınacağı tavır AB’nin uygulamayı düşündüğü katı politikaların dozunu belirlemekte etkin olacaktır. Bu sebeple ABD’nin yeni başkanı Joe Biden’ın ilk ziyaretini Almanya’ya yapması şaşırtıcı olmayacaktır. Dış politikalara paralel olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç politikaya yönelik atacağı adımlar ise olası bir yönetim değişikliği olup olmayacağı yönünde belirleyici olacaktır.

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 2
    be_endim
    Beğendim
  • 2
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım

Dergimize ara ara uğrayıp çıkan Ya da dergimizin müptelası olup isminin görünmesini istemeyen yazarlarımızın yazıları Konuk Yazar kısmında yer almaktadır.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir