Türkiye Ekonomisi: Tersten Yazılmış Kitap

Türkiye Ekonomisi: Tersten Yazılmış Kitap

Türk Lirası'nın değeri her geçen gün düşmeye devam ediyor. Firmalar zam üstüne zam yapıyor, çoğu firma fiyat belirlemekte dahi zorlanıyor. TL'nin başka para birimleri karşısındaki son serbest düşüşü ise Türkiye'de yeni bir devreyi başlatacak: Vurgunculuk, karaborsa, katlanmış sefalet…

“Biliyorsunuz benim alanım ekonomi”, “Ben ekonomistim” diye başlayan sözler, “Evelallah ekonominin kitabını yazdık” seviyesine kadar yükseldi.

Tayyip Erdoğan’ın her açıklamasında dolar biraz daha artıyor Türk Lirası’nın değeri düşüyor.

Maalesef Tayyip Erdoğan kendisini ekonomist olduğuna iyice inandırmış ve bir türlü durmuyor. Sanırım onun ekonomist olduğuna kendisinden başka hiç kimse inanmıyor.

TL’nin başka para birimleri karşısındaki son serbest düşüşü ise Türkiye’de yeni bir devreyi başlatacak: Vurgunculuk, karaborsa, katlanmış sefalet…

Dış ticarette firmalar fiyat belirleme konusu ile ilgili güçlük yaşıyor. Bir sürü iş durmuş vaziyette. Fiyat belirleme konusu ile ilgili sorunsadece dış piyasada değil, iç piyasada da var. Şirketler hangi ürünü kaç liradan satacaklarını şaşırdı. Piyasa büyük ölçüde dışa bağımlı bulunduğu için, ürün fiyatlarını sık sık yenilemek farz oldu. Gıda firmaları bile marketlere ürün verme konusu ile ilgili tereddütlü. Bu, hem bir tür ürün kıtlığına, hem de stokçuluk ve karaborsa eğilimine kapı aralıyor. Olan halka oluyor.

Merkez Bankası ve yanlış politikalar

Merkez Bankası’nın kanunu açık; ana amacı fiyat istikrarı, yani enflasyon. Ne var ki bu uzun senelerdir uygulanmıyor. Bu ifadenin sağlaması çok kolay, son sekiz senedir yüzde 5 olarak tespit edilen ve bağlayıcılığı tespit edilen enflasyon amacı hiçbir sene tutturulamadı. Ancak hukukun zayıflamasından ötürü, bu dönemde vazife yapan hiçbir Para Politikası Kurulu (PPK) delegesi mesul tutulmadı.

Kağıt üzerinde büyümeyi destekleyici politikalar uygulandı. İlk bakışta kulağa hoş gelen bu politikaların neticesi hormonlu büyüme oldu. Haliyle dış denge bozuldu ve büyümeye karşın istihdam yaratılamadı. Literatürde yer alan ‘yoksullaştıran büyüme’ durumunun acı ama gerçek bir durumu yaşandı.

Bu politikanın duvara her toslayacağı noktada, son anda finansal devamlılık göz önünde tutularak uygun maliye ve para politikalarında karar kılındı. Yani reel sektörün domino etkisiyle iflası, devletin iç borçlanmayı fahiş faiz oranlarıyla gerçekleştirmesi ve yurt dışı borçların döndürülmesinde zorluk yaşanması olmadan süreç bir şekilde toparlandı. AKP iktidarının önünü açan Kasım 2000 ile Şubat 2001 arasındaki sarsıntılı döneme dönüşmeden Ağustos 2018 ve Kasım 2020’deki krizler yatıştırıldı. Gecikmeli yapılan politikaların sonucuysa 128 milyar doların hebası ve ekonomi yönetiminin itibar kaybı oldu.

Küresel Dünya’da yükselen fiyatlar

Ancak bu sefer durumumuz çeşitli açılardan farklı. Küresel emtia ve enerji piyasalarında Türkiye aleyhine ilerleyen yüksek fiyatlar bulunuyor. Pandemi nedeniyle maddi genişleme uygulayan ilerlemiş ülke merkez bankalarının yavaş da olsa sıkılaştırma devresi başladı. Türkiye lehine tek olumlu hâl küresel likiditenin hala açık ara rekor düzeyde olması.

Şu anda içerisinde bulunduğumuz durumun öncekilerden asıl farkı, ekonomi yönetiminin duyarsızlığı ya da en azından bu şekilde davranıyor olması. Yani bir şekilde dolar kurunu durdurmaya çalışan ya da bunun durdurulması gerektiğine vurgu yapan ya da en azından bu durumdan memnuniyetsizlik yaşandığını bildiren bir açıklama yok. Dolar kurunun 13 TL’yi geçmesinin sonrasında MB’nin yaptığı açıklama, bankanın rahatsız olmadığını, serbest piyasada belirlenmiş kurun oluşturduğu yüksek oynaklıkta, kişi ve kurumların dikkatli olması gerektiğinden ibaret. Yani MB enflasyon üstünde mühim bir tesiri olan dolar kurunun kontrolünden çıkmasından rahatsız olduğunu belirtmediği gibi bu hususta bir sorumluluğu olmadığını da beyan etti.

Ticarette fiyatlamalar anlık değişiyor, stok idaresi yapılamıyor ve geleceğe dair yatırımlar belirsizlik altında kalıyor. Ekonomi idaresinin kendine ve iktidar partisine de zararı olan bu politikanın rekabetçi kurla açıklanamayacağını ve MB’nin ödünçler hariç net döviz rezervlerinin eksi 35 milyar dolarda olduğundan dolayı satışla sakinleştirilemeyeceğini de söylemek lazım.

Bu hâl diğer kaynaklardan gelebilecek dövizleri akla getiriyor. Bir doğrultuda suç unsuruyla elde edilmiş ve varlık barışlarıyla temizlenmiş paralar, diğer doğrultuda BAE ve aynısı ülkelerle yapılmaya çalışılan yatırım anlaşmaları…

Türkiye ekonomisi hem büyüklüğü hem de detaylılığı itibariyle tek bir kaynaktan yapılacak yatırımlarla rayına sokulabilecek bir yapıda değil. Dahası bir yıldan kısa vadeli dış borç 168 milyar dolar. Pandeminin geride bırakılmasıyla hayali kurulan turizm gelirlerinin eski seviyelere dönmesine daha çok var. Döviz kurunun yüksek seyri sonucu, kısılacak ithalata kıyasla yüksek kalması beklenilen ihracatın patlaması vakit alacak. Çünkü üretim de ithalata dayalı ve küresel emtia ve enerji fiyatlarında kalıcı düşüş gerçekleşmeden çok zor.

Hal böyleyken, bir taraftan her şeyin denetimi altında bulunduğu izlenimi veren fakat hem pazar faizlerinin hem de pazar kurlarının ipini kaçırmış ekonomi yönetiminin desteksiz kendisine güvenini yorumlamak zor. Üstelik şu ana kadar yaptıkları, yüksek faiz verdikleri 2011 evveli devre ve döviz rezervlerini evvelce açıktan sonra örtülü sattıkları 2011 ardından dönemle uyuşmuyor. Bir şeyler denediklerini düşünüyorlar, o denemenin ne bulunduğunu paylaşmıyorlar. Bu gizemli denemenin sınanmasının bedelini vatandaş ve özel sektör ödüyor. Her zaman dediğimiz gibi kamu kuruluşları halka hesap vermek zorunda. Bunun için de önce şeffaf olması lazım.

Peki, ne olacak?

“Gidişata müdahale edilemezse Venezuela benzeri bir sürece gireceğiz.” diyor gerçek ekonomistler.

Önceki dönemlerde inanılmaz faiz artırımlarıyla sakinleştirilen piyasada faiz indirimlerinin durdurulacağının ilanı bile bir nebze yatıştırıcı olabilir. Ancak her şeye kadir bir görüntü çizen ekonomi yönetiminin şu ana kadar yaşananlardan dolayı hissettiği bir rahatsızlık dahi yok. Türkiye’deki en “ekonomist” kişi Tayyip Bey olduğundan ve tabii kılavuzu da Yiğit Bulut olduğundan, ekonomideki gidişata kimse müdahale edemiyor.

Haliyle geriye siyasi dönüşümün hızlanması kalıyor. Türkiye’yi erken seçim yoluna sokabilecek hadiseler silsilesi etkili olabilir. Ancak sahip olunan parlamento aritmetiği buna izin vermiyor ve bu sürecin önünü açabilecek AKP ve MHP milletvekillerinde bir tutum farklılığı gözlemlenmiyor.

İktidarın sahip olunan alternatifleri, yani Millet İttifakı çevresinde toplaşmış irili ufaklı partiler şuandan iktidar olduklarında neler yapabileceklerinin sinyallerini veriyorlar. Ancak onların da söylemlerinde her hangi bir gerçeklik yok.

Haliyle bozulmayı yavaşlatan tek gerekçe, ‘Daha kötüsü olamaz’ iyimserliği oluyor, ta ki durumun sürdürülemeyeceğini meydana koyacak bir toplumsal reaksiyon ya da iş dünyası reaksiyonu görülene, sonucunda siyasi değişimin önü tümden açılana kadar.

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım

Sansür Dergi Ekonomi Yazarı.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir