Berat Albayrak’ın istifa etmesinden bu yana Türkiye “reform” gündemiyle meşgul. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ekonomide, hukukta, demokraside reform” demesi aynı anda birçok yeri harekete geçirdi. Uzun süredir reform döneminin gündeminde siyaset ve iktidarın yer almamış olması, reforma büyük bir anlam yüklenmesine yol açtı.
Durumun kötüleşmesini tersine çevirmek için hem içte hem dışta, şüphesiz Türkiye’nin kapsamlı bir reform planına ihtiyacı vardır. Ancak hükümetin, özellikle de hükümetin önemli bir ortağı olan AK Parti’nin geçmişte olduğu gibi reformist bir çizgiye dönmesini zorlaştıran yapısal sorunlar var.
Reform İhtiyacı
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki Erdoğan’ın reform vaadinde bulunmasının 3 temel sebebi vardı:
Birincisi, başta ekonomi olmak üzere iç politikadaki tercihlerin çıkmaz bir sarmala dönüşmesiydi. İktidarın bir duvara çarpacağı artık AK Parti içindeki birçok siyasetçi tarafından da açıkça dile getirilmeye başlanmıştı.
İkincisi, dış dünyadaki değişimlerdir. Özellikle ABD’de Biden döneminin başlaması ve Trump döneminin sonuna gelmesi Türkiye’de uygulanan politikaları yeniden düzenlenmek mecburiyetini doğurdu. Hatta Erdoğan bunu doğrulayan ifadeler kullandı.
Üçüncüsü ise, iktidarın gözle görülür bir şekilde zemin kaybetmeye başlaması. Kamuoyu yoklamaları, hükümetin arkasındaki halk desteğinin giderek küçüldüğünü gösteriyor. Daha da önemlisi, AK Parti tabanından tatminsizlik yayılmaya başlandı ve seçmenlerini ikna etme imkânı zayıfladı. Bu eğilimin devam etmesi, Cumhur İttifakının kurulacak ilk sandıkta iktidarı kaybetme olasılığını artırıyor.
Problem Merkeziyetçilik
Sorunlardan biri, merkeziyetçiliğin ülke geneline yayılmış olmasıdır. AK Parti, cumhurbaşkanlığı saray sistemi ile birlikte tüm yetkileri toplamıştır. Bu sistemde saray, her şirket ve her karar için belirleyici bir rol oynar, yasama ve yargı organları güçlerini yitirmiş ve idari organlar üzerinde bürokratik hegemonya kurmuştur.
Birincisi, ülkenin iradesini temsil eden parlamentonun güçlendirilmesi, yargının bağımsız ve tarafsız bir kimliğe sahip olmasının sağlanması ve yargının eylem kapsamının genişletilmesi için reforma değer tedbirlerin alınması bekleniyor. Hükümetin bu kadar geniş bir yelpazede değişiklik yapabilmek için, merkeziyetçiliği terk etme fikrini gerçekleştirmesi gerekiyor.
Şu anki iktidar buna henüz hazır değil. Güç ve ademi merkeziyetçilik arasındaki mesafe çok uzun ve hükümetin bu mesafeyi azaltma iradesi yok gibi görünüyor. Aksine bu iktidar için merkezden çevreye yetki transferini kabul etmek ve bir denge mekanizması kurmak son derece zordur, bu da hükümetin iç ve dış temellerinin zayıfladığını hissettirmektedir.
Aynı şekilde AK Parti de uzun süredir iktidarda kalıp yıpranmasının olumsuz etkilerini yaşıyor. AK Parti, bugün iyileştireceğini ya da yeniden inşa edeceğini söylediği tüm alanları kendisi yok etti. Ortaya çıkan derin şüphe ve azalan güven duygusu da iktidarın ellerini zayıflattı.
Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki Cumhurbaşkanı Erdoğan reformist siyasete ihtiyaç duysa bile zorlanacak, bu nedenle mevcut siyasi iklim ve ittifak denklemi göz önüne alındığında reform arayışı sınırlı olacak. Bu durumda günümüze kadar reform arayışı sadece ekonomi ve dış politikada rasyonel politikalarla sınırlı kalacağı söylenebilir.
Ekonomi ve Dış Politikada Reform
Son bir aydaki gelişmeler, Erdoğan’ın demokrasi ve hukuk alanında herhangi bir değişime yönelmek yerine ekonomi ve dış politika alanlarıyla sınırlı bir siyaset değişikliğinin imkanlarını zorlayacağını gösteriyor. Açıkçası, bu bir ölçüde rahatlama sağlayacaktır. Ekonomi yönetimindeki değişiklikler ve öngörülebilir rasyonel politikalara geri dönüş, en azından insanları, ekonominin mükemmel günlük politikalara geçmeyeceğine, böylece durumun bozulmayacağına ve belirli bir derecede koruma sağlayacağına inanmaya yönlendirecektir.
Benzer şekilde, iktidar sözcülerinin AB ve ABD kaynaklı yaptırım ihtimallerine yangını büyüten reaktif mesajlar yerine diyalog ve müzakereyi öne çıkaran mesajlarla diplomasiyi adres gösteren yaklaşımları, Dış politikada öngörülen kötü durumun gerçekleşemeyeceğine dair bir iyimserlik havası kattı. AB’nin yaptırım gündemini Mart’a ötelemesi ve ABD’nin beklenenin altında bir yaptırım kararı alması bu durumu teyit etmektedir.
Ekonomi ve dış politikadaki bu söylem ve siyaset değişikliği ihtimali, iktidara zaman kazandırabilir. Bu çerçevede, reform gündeminin iktidara nefes aldırarak, -şimdilik- kendisine yüklenen işlevi gördüğü söylenebilir. Ancak ekonomi ve dış politika alanlarında makul ve öngörülebilir bir politikaya doğru ilerlemeyi zorlaştıracak iki önemli engel vardır.
Öncelikle bugüne kadar söylenen sözlere bakıldığında, politika uygulamaları ve angajmanlar bu iki alanda gerçek politika değişikliklerinin yapılmasını zorlaştırmıştır. Ekonomik alanda; Erdoğan’ın faiz oranı yöntemi, merkez bankasının siyasi bağımlılığı, yerli ve yabancı yatırımcıların yasal garantilere dikkat etmesi, büyük ölçekli yatırımların şeffaflığı ve akılcılığı gibi pek çok engel bulunuyor.
Dış politika alanında; Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin derin gelişimi, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ile ilişkilerin rasyonel bir temele dönüşmesindeki olgusal ve psikolojik zorluklar, Suriye’de PYD’ye endekslenilmesi gibi bir çok durum mevcut. Bu nedenle, mevcut siyasi düşünce ve alışkanlıklar nedeniyle, ekonomik ve dış politika alanlarıyla sınırlı olsa bile, hükümetin makul ve öngörülebilir söylem ve politikalara hala bağlı olup olmayacağı belirsizdir.
Erdoğan için en mantıklı çıkış yolu, asgari bir normalleşmeyi bile hayata geçiremediği bu iktidar denklemini bozmaktır. Bunun somut zemini, başkanlık sistemini ciddi bir reforma tabi tutmak veya parlamenter sisteme geçişi sağlamaktır.
Yapısal reformlar, Erdoğan’ı mevcut bağımlılığından kurtaracak ve siyaseti ve toplumu tuzaktan uzaklaştıracaktır. Reform veya standardizasyon arayışına yönelik herhangi bir çaba, sistematik bir sorundur. Erdoğan’ın maceraları, bu konudaki inisiyatifine ve kararına bağlı olacak.