Neymiş Bu Derin Devlet

Neymiş Bu Derin Devlet

Derin devlet denilen yapı vatandaşa düşman, suç işleyen, kamu kaynaklarını gasp eden bir olgumu dur? Yoksa tamamen safsatadan ibaret midir?

Bugün devlet olarak adlandırdığımız organizasyonun tarihi, M.Ö. 2300’lü senelere dayanır. İnsanlar arası ilişkilerin koordinasyonu ve yönetilmesi yönünden gereksinim duyulan yapı bulunduğu amacıyla tarihi geçmişi olabildiğince eski. Devlete dair değişik tanımlamalar yapılsa da genel manasıyla devlet, toplumun örgütlenmiş biçimi, kolektif iradenin organizasyona dönüşmüş şekli, siyasal bir cihaz, hegemonyanın ilerlemiş ve somut kurumlara dönüşmüş durumu olarak tanımlanmaktadır.

Ancak birtakım devletler bir aygıt olmanın ötesine geçtiğimiz özelliklere sahiptir. Bu tür devletlerin asli özelliklerini, devamlılık, kurumsallaşma, bireyler arası ve bireyler ile devlet arası ilişkileri düzenleyen kurallara sahip olma şeklinde somutlaştırmak mümkün. Hatta devletler toplumun hayat koşullarını geliştirme düzeyleriyle dahi değişiklik gösterirler. Bu tür özellikleri ön plana çıkmış devletleri, yalnızca idare cihazı olarak değerlendirmek doğru olmaz. Bu yapıların bütün faaliyetleri bir stratejiye dayanır ve bu manasıyla da bütün süreçleri belirleyen bir akıldan konuşmak mümkündür.

Yukarıda bahsetmiş bulunduğumuz özelliklerin yanı sıra, akıl ve stratejik düşüncenin belirleyici bulunduğu devletlere ‘derin’, kökleşmiş devlet denilir. Bu tür yapılarda belirleyici olan asli amaç, devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan halkın hayat koşullarını iyileştirme, tercihlerini gözetme ve korumadır. Bu manasıyla derin devlet ve devlet aklı ifadeleri, kamuoyundaki süregelen anlamlarıyla, olumsuz değil, olumlu özelliği ifade eder.

thumbnail
Önerilen Yazı
Devletin Kirli Aynası: Mehmet Ağar

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin bakiyesi üstüne kurulmuş bir devlettir. Osmanlı Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti’nin bakiyesi üstüne kurulmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti ise Büyük Selçuklu Devleti’nin bakiyesi üstüne kurulmuştur. Büyük Selçuklu Devleti’nin dayandığı devletler de var. Bu manasıyla bakıldığında, bahsetmiş olduğumuz silsileyi yalnızca yönetimsel bir cihaz olarak değerlendirmek doğru olmaz. Devamlılık ve kurumsallaşma bakımından da bir geleneği sürdürmektedir. Bu amaçla birbirlerinin bakiyesi üstüne kurulmuş olsa dahi, bu devletler derin devletlerdir. Bin senesi aşan tarihten, birbirine devredilen gelenekten, kurumsal yapılardan ve egemenlikleri altına aldıkları coğrafyaların birikimlerinden yararlanmasını bilen bir yapıdan bahsediyoruz.

Türkiye’de Derin Devlet Diye Bir Şey Var mı?

Şimdi, üstünde durulması gereken husus şu: Türkiye’de bu cinsten bir derin devlet var mı, yok mu? Yönetim aygıtı olmanın ötesine geçmiş, devamlılığını muhafaza eden, kurumsallaşmayı geliştirerek sürdüren, bireyler arası ve bireylerle devlet arası problemlerin işleyişine dair meşru mevzuatı günün koşullarına göre revize ederek uygulayan ve halkın hayat koşullarını iyileştirmeye kendisini adamış bir yapı var mı? Ülkenin, milletin taleplerini, önceliklerini düşünen ve devletin uygulamalarına egemen olan bir akıl var mı?

Konuyu birkaç örnek üzerinden tartışalım;

1- 12 Eylül 1980 darbesinin öncesini ve sonrasını anımsayalım. Toplumun okumuş ve genç insanlarının gruplara ayrıldığı, çatışmaların arttığı, çatışmalarda 6 bine yakın insanın yaşamını kaybettiği, 650 bin bireyin gözaltına alındığı, 230 bin bireyin askeri mahkemelerde yargılandığı, 1,7 milyon bireyin fişlendiği, 171 bireyin işkence ile öldürüldüğü ve 50 bireyin idam edildiği bir atmosfer yaşandı. Olan bitenlerin hiç birisi ülkenin ve halkın çıkarına değildi. Bu bilgiler öneme alındığında, derin devletten ve devlet aklından konuşmak olası mı? Şayet derin bir devlet ve onun da sıhhatli işleyen aklı olsaydı, şunlara izin sunar mıydı? Bunlara izin veren bir akıl varsa, onu derin devlet, ülkenin ve milletin önceliklerini, taleplerini öneme alan bir devlet aklı olarak açıklamak olası mı?

2- PKK terör örgütünü düşünelim. 12 Eylül darbesi evvel meydana çıkan bu yapının kuruluş sürecinde devlet içerisindeki kimi unsurların dahlinin bulunduğu hep konuşuldu. Örgüt ilk senelerde, doğudaki Kürt örgütlerini amaçladığı için olsa gerek pek önemsenmedi. Ama doğuda palazlanan ve Kürtlere musallat olan bu yapının geldiği seviye ortada. Binlerce insan yaşamını kaybetti, bir kısım vatandaşın devlete olan güveni sarsıldı ve vatandaşlık bağında erozyon oluştu. Ekonomik faturayı bir kıyıya bırakıyorum. Geçmişte yürütülen mücadelede sergilenen hatalı tutumlar, örgütün toplumsal zemin bulmasını kolaylaştırdı. Bu konuyu dilediğiniz çerçeveden konuşabiliriz. Fakat net olan şey, kısa bir parantez dışında, aklın, stratejinin olmadığı ve milletin önemsenmediğidir. Peki, var bulunduğu söylenen derin akıl ve derin devlet nerede?

3- Bir de 90’lı senelere bakalım. PKK terörü artmış ve buna karşı yürütülen mücadele sertleşmiş. Siyaset kurumu mücadele sürecinin hiçbir noktasında yok. Siyaset kolayına geldiği ya da diğer imkânı olmadığı amacıyla bu kısmı bütünden emniyet bürokrasisine havale etmiş. Bu hal ise devlet içi çetelerin ve bu çetelerin kullandığı mafyatik yapıların meydana çıkmasına sebep olmuş. Bir yandan “vatanı kurtarıyoruz” naraları altında uygulanan yargısız infazlar, öte yandan gayri yasal temaslar (uyuşturucu ticareti, kumarhaneler vs.) genel kolay haline gelmiş. Devletin bütün reflekslerinin çeteler doğrultusundan ‘esir’ alındığı bir süreç. Bu yetmezmiş gibi ülkeye faturası yüz milyar doları aşan banka yolsuzlukları. Evet, ülkenin ve bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan yurttaşların önceliklerini, taleplerini düşünen, öneme alan derin bir akıl olsaydı, şunlara seyirci kalır mıydı?

4- 28 Şubat darbesini hatırlayalım. Seçim olmuş ve meydana bir birlik çıkmış. Koalisyon, ülkenin içerisinde bulunduğu problemleri çözüme ulaştırmak amacıyla uğraşıyor. Ekonomik bilgiler, uzun seneler sonra düzelme eğiliminde. Kamu kaynaklarının yönetimine bir disiplin getirilmiş. Ama kendilerini ülkenin asıl sahibi gören kimi zevat hoşnutsuz. TBMM’den çıkmış hükümetin kimi üyelerinin eşlerinin örtülü olmasından, ramazan iftarlarından, namaz kılmaktan, Meclis lojmanlarına gidip gelen başörtülü kadınlardan rahatsız. Rahatsızlığın neticesinde hükümet hesaba çekiliyor, atanmış zevat “şunları yapacaksın” diye liste sağlıyor ve tanklar sokaklara çıkarılıyor. Ve beklenilen son darbe. Şimdi, ülkenin menfaatlerini önceleyen bir akıl ve derinlik olsa şunlar olur muydu?

5- FETÖ’nün devlete egemen olmasına bakalım. Bu örgütün meydana çıkışı 60’lı senesinin sonu, 70’lı senesinin başı. Uzun seneler olabildiğince düşük seviyede seyreden örgütlenmenin önü 12 Eylül askeri darbesiyle açıldı. Örgüt kısa sürede eğitim, ticaret, iş yaşamı ve kamuda etkin bir şekilde görevlere getirildi ve bütün kılcal damarlara kadar sızdı. 1987 yılından itibaren emniyet, askeriye ve yargıya sızmaya başladı. Bunu saklı dahi yapmadı. Bu yetmezmiş gibi 28 Şubat darbesi seçenek bütün bağımsız ve muhafazakâr kesimleri amaç aldı, yargıladı ve üzerlerine beton döktü. Muhafazakâr kesim FETÖ’ye mahkûm edildi. Bundan sebep örgütün hem devletin hem de toplumun her köşesine yerleşmesinin ve hâkim olmasının önü açıldı. Sonuç ortada. Sağlıklı işleyen bir devlet aklı olsaydı bu hale izin sunar miydi? Bir yapının devlet hiyerarşisi içerisinde ayrı bir hiyerarşi oluşturmasını seyreder miydi?

Yakın tarihe bakılırsa, derin devlet/akıl yerine, milyonlarca insanın umudunu ve birikimini tüketen yaklaşımların zenginliği görülebilir.

Sonuç itibariyle; bu tür misalleri çoğaltabiliriz. Fakat meselenin özeti; “derin devlet, derin akıl, derin vicdan olsaydı şunlar olur muydu” sorusuna verilebilecek cevapta. Elbette; ülkeyi ve halkı düşünen vicdanlı bir akıl ve strateji ilerleten bir anlayış olsaydı yukarıda sunduğumuz olumsuz misaller olmazdı. Stratejik bir akıl yerine, ufak taktik adımları strateji olarak empoze etmeye çalışan ve kendi pozisyonlarına kendisini adamış kesimler var. Bunun ülkeyi sıhhatli bir zemine taşıması ise olası değil.

Derin Devlet Nedir?

Ülkemize dair yukarıda ifade ettiğimiz örnekler ve benzerleri analiz edildiğinde, derin devletten ya da devlet aklından bahsetmenin olası olmadığı görülür. Peki, derin devlet denilen şey ne? Bu yapıyı; anayasada çerçevesi çizilmiş olan devlet aygıtının dışında meydana çıkan ve ülkeyi yöneten siyasal liderliğe bağlı olmayan, kendi özel gündemi ve hedefleri olan bir yapı ya da klik olarak tanımlayabiliriz. Genellikle güvenlik, kolluk ve istihbarat bürokrasisi içerisinde meydana çıkan ve kini sivil unsurlarca da tahkim edilen legal/yasal olmayan yapı/klik.

Bunlar için asıl önemli olan şey; kendi varlıklarını sürdürmek, üyelerinin iş/ekonomik güvenliklerini sağlamak, güçlerini ve otoritelerini artırmak, kayıt dışı şiddet ve ticaret hareketlerini genişletmek, kendi ideolojik hedeflerini ülkenin önüne koymak, milletin oylarıyla seçilmiş iktidarların tespit ettiği politikaların yaşama geçip gitmesini engellemek, güç mücadelesi amacıyla nüfuz ettikleri mafyatik yapıları kullanmak sayılabilir. Yani; devlet aygıtına egemen olmak, yönetmek ve manipüle etmek isteyen ufak çıkar grupları, çeteler. Bunları derin devletin ve derin aklın temsilcileri olarak açıklamak büyük bir yanlıştır. Doğru olan, bunların devletin içine çöreklenmek isteyen çeteler/gruplar ve klikler bulunduğudur. Yani; vatandaşa ve devlete tuzak kuran sığ anlayışın temsilcileri. Burada; derin devlet, derin vicdan ve derin akıl yok.

Bunların bildiği tek şey, tuzak kurmak. Bunu ise toplumu ayrıştırarak, birbirine düşman ederek ve birbiri üzerinden korkutarak yaparlar. Türkiye bunun örnekleriyle fazlasıyla dolu.

Aslında; 1990-2010’lu yıllarda, derin devlet denilen yapı, kirli, vatandaşa düşman, suç işleyen, kamu kaynaklarını gasp eden, insan hakları ihlallerini sistematik duruma getiren kötülüğün ismiydi. Hepsinden mühimi devlet olamamanın adıydı. Fakat bu durum, gerçek olmaktan kopuk tarih anlatısı üzerinden, ‘güçlü görünmenin’ ikonuna dönüştü. Kimi yayınlar/diziler/filmler bir yandan gayri resmi yapıları yasallaştırdı, öte yandan da seçilmiş iktidarın meşrutiyetinde erozyona neden oldu. Ve kısa sürede Susurluk, faili meçhuller, yolsuzluklar, çeteler, darbeci yapılar gibi gerçekler unutuldu. Unutulmakla kalmadı, devlet içerisindeki çetelere bağlı bulunduğu değerlendirilen mafyatik yapıların egemenlik alanlarını genişlettiği bir atmosferi yaşıyoruz. Bu arada; mafyatik yapıları, tanınan dar manasıyla değil, kayıt dışı ve yasa dışı bütün faaliyetler amacıyla kullanmak gerektiği ise açık.

Sonuç

Yukarıda paylaştığımız ve çoğaltabileceğimiz örneklerden sonra, “Türkiye’de kaç bin senelik devlet geleneği var” diye ‘övünmek’ anlamsızlaşıyor. Anlamlı olan, ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan her bireyin kendini parçası hissettiği ve eşit haklara sahip bulunduğu çoğulcu iklimi oluşturmak. Bu iklimi oluşturmakla birlikte, kurtarıcılara gereksinim duymak ve canavarlaşan kurtarıcılardan kurtulmak döngüsünü kırmak da şart.

İşte hukuk, bu fosil döngüyü kırıp, normal olanı egemen kılmak amacıyla var ve bunu işletmek lazım. Çünkü yasa/hukuk/norm, toplumu da devleti de bağlayan, düzenleyen ve ‘terbiye’ eden evrensel kurallar bütünüdür. Hukuk yoksa, her bireyin potansiyel canavar olma olasılığı vardır. Unutmayalım; devlet içerisinde, kenarında ya da dışında kayıt dışı/yasa dışı yapıların bütünü semptomdur/bulgudur, hastalık ise hukuku işletmemektir, hukuksuzluktur. Halbuki; devlet hukuk demektir ve hukuku herkese sorgusuz sualsiz uygulamaktır.

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım

Dergimize ara ara uğrayıp çıkan Ya da dergimizin müptelası olup isminin görünmesini istemeyen yazarlarımızın yazıları Konuk Yazar kısmında yer almaktadır.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir