Önce 126 emekli büyükelçinin 1936 Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesinin iptali şansına karşı çıkan -daha evvelce yayınlanmış- toplu açıklaması tekrardan gündeme geldi. Sonda da 103 emekli amiralin bildirgesi. Emekli subayların açıklamasına hükümet kanadından o kadar sert bir reaksiyon geldi ki Emekli İnsanları bir anda darbeci ilan ettik. Yalnızca son Montrö tartışmasının açılmasına -bir gazetecinin sorusu üstüne- vesile olan TBMM Başkanı Mustafa Şentop, onu demek istemediğini söyledi. Fakat emekli amirallerin beyanı üstüne Montrö sözleşmesi resmen bir rejim tartışmasına, darbe münakaşasına dönüştü. Şentop “Düşünce tanımlamak başka, darbe çağrışımlı bildiri yayınlamak başka” diye reaksiyon gösterdi. Cumhurbaşkanlığından parti yetkililerine TBMM Başkanından bakanlara dek AK Parti safları fırtınalı bir denizin dalgaları gibi kabardı. Emekli subaylar Darbeye teşebbüs ile suçlandı, davalar açıldı. AK Parti MYK “bildiri” konusu ile ilgili olağanüstü toplandı.
Montrö münakaşası ve emekli amirallerin açıklaması Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve hükümeti neden bu kadar öfkelendirdi? Bunun yanıtlarını beraber arayacağız. Açıklamanın ne olduğu ve hükümet kanadından gelen reaksiyonlara toplu olarak bu bağlantıya tıklanarak okunabilir.
Neden bu şiddet, bu kızgınlık?
Emekli amirallerin açıklamasında hükümeti bu kadar öfkelendiren acaba, bildirimde Anayasanın asli ilkelerinin -ki burada ima edilenin laiklik ilkesi bulunduğu neticesi çıkarılabilir- değişmemesi gerektiği söylenmesi mi? İsim verilmeden Tuğamiral Mehmet Sarı’nın üstünde üniformasıyla bir İslami cemaat toplantısına katıldığının meydana çıkmasına reaksiyon gösterilmiş olması mı? Atatürk’ün Türkiye’ye çizdiği modern rotadan uzaklaşma çabalarının kınanması mı? Mesela diplomatların açıklaması, hususu kapsamında tutuyordu, belki o yüzden hükümetten böylesine kuvvetli bir reaksiyona yol açmadı.
Yoksa emekli amirallerin ordu içerisinde 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimine yol açacağı endişesini mi taşıyor olamaz değil mi hükümet? Ya da bu açıklama üstünden vuruş tehdidini AK Parti (ve belki de MHP ve Saadet) tabanına hatırlatıp anketleri tersine çevirici yeni bir siyasi toparlanma hamlesi mi gözetiyor? Her ne hal ise, lüzumsuz bir münakaşaya daha sürüklenmiş bulunuyoruz. Hükümet kanadı bildirime imza atan emekli subayları “FETÖ’cü” imasıyla suçluyor. Bu denizcilerin ciddi bir ksımı Fethullahçı savcı ve hakimlerin marifetiyle Ergenekon-Balyoz davalarında tutuklandığı, yargılanıp mahkûm bulunduğu amacıyla emekliliğe mecbur edilmişlerdi. O davalar sürerken bugün onları “FETÖ’cü” olmakla suçlayan AK Partili siyasetçilerin tamamı “kıblemiz bir” diyerek Fethullahçılara övgüler düzüyordu.
Daha ilginci, imzacıların fazlasının “Mavi Vatancı” olması ve Erdoğan’ın son AB Zirvesine dek izlediği Doğu Akdeniz politikasını desteklemesi.
Ve nedir bu Montrö konusu?
Montrö Sözleşmesi, 1923 Lozan Antlaşması gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin iki kurucu anlaşmasından biri. Türkiye’nin deniz egemenlik haklarının koruyucu temeli. Dönemin Dışişleri Bakanı İsmet İnönü başkanlığındaki Montrö müzakere heyetinde genç bir deniz subayı olarak yer alan, geleceğin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün anılarından Montrö’nün amacıyla bu kadar ehemmiyet taşıdığını görebilirsiniz. Montrö münakaşası bundan evvelce 2019’da Kanal İstanbul nedeniyle de alevlenmişti. Son Montrö tartışması ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinden çıkma kararı üstüne TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un -bir gazetecinin sorusuna verilen yanıt üstüne başladı. Şentop, mevzuya yalnızca hukuk yöntemi yönünden geldiğini söylese de kamuoyu algısı yönünden münakaşa evvelce Montrö’ye, şimdi de darbeciliğe kaydı.
Şimdi herhalde Cumhurbaşkanı Erdoğan nelere muktedir bulunduğunu gösterip emekli bürokratlara haddini duyurmak amacıyla Montrö Sözleşmesi’nden çıkmaya kalkmayacaktır. Zaten öfkelerini emekli askerlerden çıkaran AK Partililerin fazlası dahi Lozan ve Montrö bağlılıklarını vurguluyor.
Gündemi pandemi gibi, ekonomi gibi hususlardan AK Parti sularına çeviren bir münakaşa sürüyor.
Yeni Anayasa ile Montrö ilişkisi
Montrö Sözleşmesinin, Karadeniz’de Rusya’ya karşı daha çok harp ve daha büyük harp gemisi sevk etmek isteyen ABD’yi öteden beri rahatsız ettiği biliniyor.
2019’daki münakaşa Cumhurbaşkanının Kanal İstanbul’u savunurken “Montrö geçiş parası kazandırmıyor, esasen ne kazandırdığı belli değil” demesiyle başlamıştı. Erdoğan yalnızca CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu değil, Montrö’yü savunan müttefiki MHP lideri Devlet Bahçeli’den de reaksiyon gelmişti. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksei Erkhov o münakaşa esnasında “Kanal İstanbul Montrö’yü bozmadıkça Türkiye’nin meselesi” demişti. Tartışma o vakit Erdoğan’ın “Kanal İstanbul’un Montrö ile ilgisi yok” düzeltmesi ile son bulmuştu.
Şimdi üstelik darbe gibi toplumda şimdilik tam soğumamış bir yara üstünden tekrardan gündeme taşındı. Konu yalnızca iç politikayla değil, ABD, AB, Rusya ile ilişkilerle ve Türkiye’nin egemenlik haklarıyla da ilgili.
Erdoğan’ın bu tartışmayı“değiştirilemez maddeler” üstünden 12 Eylül Anayasasına, oradan da yeni Anayasa ihtiyacına bağlama olsılığı yüksek. Sonuç getirip getirmeyeceğini kestirmek güç.
Fakat Türkiye’nin kurucu anlaşmalarının siyasi münakaşalara husus etmek, kim ederse etsin doğru değil.