Üretim, Tüketim ve Marka İlişkisi
Sanayi Devrimi’yle birlikte toplumsal yapılarda meydana gelen dönüşümler, üretim ve tüketim alışkanlıklarını da doğrudan etkilemiş ve değiştirmiştir. Buna paralel olarak teknolojinin de aynı doğrultuda ilerlemesiyle üretim, kol gücünden makine gücüne geçmiş ve kapitalist düzeni inşa etmeye başlamıştır. Bu inşayla beraber işçi sınıfı dediğimiz kesim ortaya çıkmıştır. Modernizm olarak isimlendirilen bu dönem, giderek gelişen ve ilerleyen teknoloji ve kapitalist sermaye etkisiyle ulus-devletleri ortaya çıkmıştır. Bu da yeni yapıların oluşumuna olanak sağlamıştır. Üretimin bu denli seri ve dinamik olması insanların tüketim alışkanlıklarını da oldukça dönüşüme uğratmıştır. Artık tüketim, “ihtiyaç olan kadar değil”, “piyasaya en son sürülen, en pahalı olan, en önce ulaşmalıyım olan, reklam değeri en yüksek olan ve en markalı olan!” yanlış duymadınız, “en!” olan bir alışkanlık haline dönüşmüştür. Bu durumun oluşmasında elbette “küreselleşme” olgusunun etkisi büyüktür. Günümüz şekliyle post-küreselleşme halini almıştır. Sürekle ilerleyen teknoloji, asla durağan olmayan bir küreselleşme ve hiç kuşkusuz aynı oranda dinamiklik gösteren sosyal medya faktörü. Bunların hepsi birbirine zincir halkalar gibi bağlı ve güçlüdür. Bunları aynı zamanda sürekli olarak akan, akışkan halde ilerleyen, tüm dünyayı saran bir dinamiktir diye de tabir edebiliriz.
Statü ve Marka İlişkisi
Bir diğer perspektif ise, marka ve statü ilişkisidir. Toplumlarda markalı ürünler kişinin statüsüne göre değerlendirilir. En markalısı kimdeyse o en üst statüdedir gözümüzde. Aslında bu durum üretici şirketler açısından da epey zorlayıcıdır. Şirketler bu doğrultuda pazar alanı oluşturarak, bu dinamik rekabet olgusu içinde insanların arzularına en çok seslenen ve onları en çok tatmin eden ürünleri oluşturmakta, yorucu bir yarış içindedirler. Buna bağlı olarak bu durum iki sonuç yaratmaktadır; birincisi “bilinçli bir tüketicisinizdir ve bu durum kendinizle ufak bir iç hesaplaşmadan sonra sizin lehinize işler, ürünü almazsınız” ya da “dozu aşan bir tüketicisinizdir maddi imkanınızı sonuna kadar zorlarsınız, bataklık sizin seçiminiz olmuştur çoktan ve tabi bunun manevi boyutundan da bahsedilebilir, zaten maddiyat sizin için önemsizdir, gerekenden çok daha fazlası vardır ve manevi doyuma ulaşmak için tüketim yaparsınız ama bu en pahalı ve en markalı ürünler o kadar aynı gelmeye başlar ki gözünüze, her geçen gün bir çizgisinin rengi değiştirilerek bir yeni modeli çıkıyordur ama artık tatmin etmiyordur ve mutsuzsunuzdur.” Sonuç olarak tüm bunlar benim aklıma şu cümleyi getiriyor “insanlar bifteği değil, onun cızırtısını satın alıyor, cızırtısı kaybedilir ya da hep aynı frekansta tutulursa artık onu da satın almazlar.”