Kader değil ihmal

Kader değil ihmal

1999 depremi milat kabul edildikten sonra, denetimsizliğin arttığı, kentlerin imar rantına dönüştüğü ve deprem vergilerinin sorumsuzca harcandığı bir ortamda sizce bu kader midir yoksa ihmal mi?

Türkiye, tarihinin en büyük doğal afetiyle karşı karşıya kalmış durumda. Hayatını kaybeden vatandaşlarımızın sayısı 40 binden fazla ve yaralı sayısı da 100 binden fazla olarak açıklandı. Milyonlarca kişi soğuk havaya rağmen dışarıda, yakınlarının enkazdan kurtarılmasını bekliyor ve yüzbinlerce kişi evsiz kaldı.

Türkiye toplumu, depremin gerçekleştiği andan itibaren, farklılıklarımızı, kavgalarımızı ve ideolojilerimizi bir kenara bırakarak, milyonlarca kişinin acısını yüreğinde hissetmeye ve elimizden geldiğince yardım etmeye çalışıyoruz. Bu, bir toplum, vatandaş ve millet olmanın gereğidir. Umarız ilerleyen süreçte daha da fazla yardım yaparak, herkesin yaralarını sarabilir ve 10 şehri yeniden ayağa kaldırabiliriz.

“Şimdi siyaseti bir kenara bırakmanın zamanı” ifadesi, herkes tarafından söylendi ve gerçekten öyle de yapıldı. Ancak, deprem bölgesine yapılan yardımların yetersizliği, koordinasyon eksikliği ve arama kurtarma faaliyetlerinin ulaşamadığı bölgelerdeki durumu dile getirmek, vatandaş olmanın ve millet olmanın bir gereğidir. Şimdi, depremden kurtulan vatandaşlarımız için mucize diyerek sevinmek yerine, hala kurtarılamayan vatandaşlarımız için çalışmanın ve sesimizi duyurmanın zamanıdır.

Cumhurbaşkanı tarafından tehdit edilme durumunun, 85 milyon insanın acısı, öfkesi, kayıpları ve endişeleri karşısında dile getirilen eksiklikleri yanlış bir şekilde ifade ettiğini düşünüyorum. AFAD ekiplerinin, vinçlerin ve yardım faaliyetlerinin ulaşmadığı yerleri dile getirmek, depremle mücadeleyi baltalamak veya korku yaymak değil; yetkilileri harekete geçirmeye yönelik bir sivil toplum faaliyetidir.

Kaderin, binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve yüzbinlerce kişinin evsiz kalmasına sebep olmasını reddediyorum. Yaşanan acıların kaderin bir sonucu değil, 20 yıllık ihmal ve suistimallerin sonucu olduğunu düşünüyorum. AK Parti iktidarı dönemindeki deprem ve doğal afetlerle mücadelede yapılan hataları ve ihmaller o kadar fazla ki bunu yazmaya sayfalar yetmez. Amacım iktidarı kötülemek ve siyasi çıkar elde etmek için değil, okuyan kişilerin farkındalık oluşturmasını ve bundan sonra benzer acıların yaşanmaması için hükümetin denetlenmesi ve suistimallerin önlenmesine dair bir bilinç oluşturulmasıdır.

Deprem Vergileri nerede?

Her depremde, vatandaşların aklına gelen ilk sorulardan biri, “Deprem Vergileri’nin nereye gittiği oluyor. 1999 depreminden sonra uygulamaya konulan ve halk arasında “Deprem Vergisi” olarak bilinen “Özel İletişim Vergisi”, Türkiye’yi depreme hazırlamak, kentsel dönüşüm projelerini hayata geçirmek, ilk yardım ve arama-kurtarma faaliyetlerini geliştirmek amacıyla yürürlüğe konuldu.

Bu vergi, AK Parti hükümeti tarafından kalıcı hale getirildi ve 2003-2022 yılları arasında 36.2 milyar lira gelir elde edildi. Ekonomim.com’dan Alaattin Aktaş’a göre, enflasyon ve kur farkı dikkate alındığında, Deprem Vergisi’nden elde edilen gelir 685 milyar liraya ulaşıyor. Ancak, bu kadar büyük bir vergi gelirinin nereye harcandığı, resmi kayıtlardan takip edilemiyor.

2020 yılında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da aynı soruyu sorduğunda, AK Parti Grup Başkanvekili Naci Bostancı, “Deprem vergileri adı altında, bunların toplanacağı ve depreme gönderileceği şeklinde bir düzenleme söz konusu değildir” dedi.

Afad neydi ne oldu?

Tüm doğal afetlerde, başta deprem olmak üzere, arama-kurtarma çalışmaları ve yardım faaliyetleri AFAD tarafından koordine ediliyor. Bu durumda, AFAD doğal afetlerle mücadelede kritik bir öneme sahip. Türkiye olarak, deprem bölgelerinde yaşanan tüm aksaklıklara ve gecikmelere rağmen, AFAD personelinin canla başla enkaz altındaki insanları kurtarmaya çalışmasına minnettarız. Ancak, AFAD’ın eksiklerini ve hatalarını dile getirmek, vatandaşlık borcumuzdur. Görünüşe göre, AFAD faaliyetleri, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay tarafından yönetiliyor. Burada dikkat çekmek istediğim husus, AFAD gibi kritik öneme sahip bir kurumda bile yöneticilerin siyasi yakınlığa göre atanmış olması, liyakat esaslı olmamasıdır.

İsmail Palakoğlu, AFAD’da Afetlere Müdahale Genel Müdürlüğü görevini yürütmektedir ve önceden Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürü ve Diyanet İşleri Başkanlığı Başkanlık Müşaviri olarak çalışmıştır. Kendisi İlahiyat Fakültesi mezunudur ve afetle mücadele veya arama-kurtarma alanında eğitim almamıştır. Bu nedenle, AFAD’ın yeterliliğini veya depremle mücadeleyi kimlerin yönettiğini sorgulama hakkımızın olup olmadığı konusunda bir vatandaşlık görevi yapmamız gerekiyor. AFAD personelinin 13 gündür canla başla enkaz altındaki insanları kurtarmaya çalışmasına rağmen, Palakoğlu’nun görevinde liyakat esaslı olmayan siyasi yakınlık faktörünün rol oynadığı bir durumda olması endişe vericidir.

Denetimsizlik ve İmar Afları

Binlerce bina depremde yıkıldı ve on binlerce insan hayatını kaybetti; 21 yıldır iktidarda olan bir parti, yapılan binaları neden denetlemedi? Depreme dayanıksız binalar neden güçlendirilmedi? Diken’in TÜİK verilerinden derlediği habere göre, deprem bölgelerindeki binaların yarıdan fazlası 2001 sonrasında inşa edilmiş. Yıllarca yol, inşaat ve toplu konut yapıldığı övülen bir iktidar, bunca yeni binayı neden ve nasıl denetlemedi?

Bu sorunun en net cevaplarından biri yapı denetim sisteminde yapılan değişiklikler.

Asli kolluk faaliyetleri arasında yer alan yapı denetimi, idarenin yaptırım gücüne dayanmaktadır. Anayasa’nın 128. maddesi gereği, kamu hizmetlerinin asli ve sürekli görevleri, devletin genel idare esaslarına uygun olarak memurlar ve diğer kamu görevlileri tarafından yerine getirilmelidir. Ancak, 4708 sayılı yasa ile devlet, bu asli ve sürekli görevini özelleştirme konusu yapmıştır -Anayasa’nın 128. maddesi hala yürürlükte olsa bile. Yapı denetimi, zemin ve temel raporlarından ruhsat aşamasına kadar yapı denetim kuruluşlarına teslim edilmiştir.

Yapı denetimi ve buna bağlı ruhsat verme yetkisi, kolluk faaliyetleri arasında yer aldığından, İdare açısından kamusal bir konudur ve bu hizmet özel kişilere devredilemez. Devlet, genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri sadece memurlar ve diğer kamu hizmetlileri eliyle yürütmelidir.

Kamu kurumlarından alınan yapı denetimi yetkisi, kâr odaklı özel şirketlere devredilerek yapılan binaların denetimi kısa sürede daha çok iş yapmak üzerine kurulu şirketlerin kontrolüne geçti. Böylece, binaların detaylı bir şekilde denetlenmesi yerine daha hızlı ruhsat vermek için çalışıldı. Bazı inşaat şirketleri, kendi inşaatlarını kendi denetleyebilmek için yapı denetim firmaları da kurdu. Bu durumda, inşaat şirketi sahibi aynı zamanda yapı denetimini de kendi denetledi ve onayladı. Sonuç olarak, bu denetimsizlik ve suistimal ortamında depreme dayanıksız binlerce bina inşa edildi ve yıkılarak binlerce kişinin hayatını kaybetmesine sebep oldu.

AK Parti döneminde yapılan 9 adet imar affı ile dayanıksız, usulsüz ve deprem yönetmeliğine aykırı yapılar seçim dönemlerinde oy devşirmek için af çıkarılarak görmezden gelindi. Müteahhitler ise her defasında af çıkacağına inanarak, yasaları ve kuralları görmezden gelerek insanların canına mal olacak binalar inşa ettiler. Yıllar boyunca imar affına güvenenler, insan hayatını hiçe sayarak insanların mezarı olacak binalar diktiler. “Deprem ülkesinde imar affı cinayettir” diyen Prof. Dr. Celal Şengör’ün sözlerine atfen tekrar soruyorum: Binlerce insanın hayatını kaybetmesi, onbinlerce insanın yaralanması, yüzbinlerce kişinin evsiz kalması kader mi yoksa ihmaller silsilesi mi?

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 3
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım

Sansür Dergi Genel Yayın Yönetmeni - Kendi halinde Ekonomist

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir