İçindekiler
Türkiye kamuoyu, ABD Başkanı Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki görüşmeye o kadar kendisini adamış halde ki, yanı başında yaşanan seçim sürecine kimse bakmıyor.
Coğrafi büyüklüğü, nüfusu ve temsil ettiği değerler kapsamında Türkiye’nin Ortadoğu bölgesindeki en büyük rakibi olarak nitelenebilecek İran, 18 Haziran’da yeni Cumhurbaşkanı’nı seçecek.
18 Haziran’da yapılacak cumhurbaşkanlığı tercihleri sürecinde Mahmut Ahmedinejad, Ali Laricani, İshak Cihangiri ve Mesut Pezeşkiyan gibi politikacıların onaylanmamasına rağmen İbrahim Reisi, Muhsin Rezai, Muhsin Mehralizade, Sait Celili, Alireza Zakani, Abdülnasır Hemmeti, Amir Hüseyin Gazizade Haşimi’nin adaylıklarının onaylanması şaşkınlıkla eş güdümlü hoşnutsuzluk ve tartışmalara sebebiyet verdi. Onaylanan yedi adaydan reformcu Muhsin Mehralizade ve Abdülnasır Hemmeti hariç başka beş aday muhafazakârlara mensup olsa da, adaylar kompozisyonu muhafazakârları da hayal kırıklığına uğrattı. Anayasa Koruyucular Konseyi’nin meşruiyetine yönelik eleştiriler yükselirken onaylanan adayların cumhurbaşkanı olma ehliyetine sahip olmadıkları konuşulmaya başlandı. Aday seçiminin İbrahim Reisi’nin kazanmasını garantileme kapsamında şekillendiği konuşulmaya başlandı.
İran Halkının Tatminsizliği
2017’de uygulanan son cumhurbaşkanlığı seçiminden bu yana İran siyasetinde büyük değişimler yaşandı. Ülkede hükümet karşıtı protestolara uygulanan kuvvetli müdahaleler neticesi yaşanan can kayıpları, aktivistlerin tutuklanması, birtakım siyasi mahkumların idam edilmesi, İran Devrim Muhafızları’nın bir Ukrayna uçağını düşürmesi ve ABD’nin yaptırımları neticesi ekonomide yaşanan kriz, yaşanan gelişmelerden birtakımlarıydı.
İranlılarda yaşananların oluşturduğu etki, yaklaşan tercihleri de şekillendirecek gibi görünüyor. Belki de İran’da yönetime en büyük darbe, İranlılar arasında tatminsizlik hissinin tavan yaptığı bir dönemde seçime katılımın düşük olması olurdu.
Ülkede, bilhassa Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin adaylar üstünde oluşturduğu baskı sonucu, uygulanan seçimlerin özgür ve adil olmadığı tarafında süregelen bir inanış var. Öte yandan, İranlı liderlerin siyasi düzenin meşruluğunu ispatlaması amacıyla seçime katılımın yüksek olması gerekli. Geçtiğimiz 4 senede yaşananlar ise bu düzenin meşruluğunun defalarca kez sorgulanmasına sebep oldu.
Hükümete yakın inceleme organı Ispa’nın yaptığı son anketler 20 Mayıs’ta seçime aday olacak isimlerin açıklanmasından bu yana seçime tahmini katılım oranının yüzde 7 azalarak yüzde 36’ya düştüğünü meydana koydu. Bu süreçte İranlı sosyal medya kullanıcıları “Asla oy vermem” etiketiyle yaptığı paylaşımlarla kampanya yürüttü.
Geçtiğimiz seçimlerde katılımın düşük olması neticesi avantaj radikaller ve muhafazakarlara geçmişti.
İranlı Muhafazakarlar
İran’da Muhafazakârlık sistem ve devlet hareketi olsa da, İran İslam Cumhuriyetini muhafazakârlarla özdeş görmek yanlıştır. Anayasayı Koruma Konseyi’nin (AKK- Şurayi Nigehban) muhafazakâr politikacıların mühim kısmını reddetmesi, bizlere İran İslam Cumhuriyeti’nin muhafazakârlardan daha genel, değişik ve gerektiğinde onları da yok sayacak bir sistem bulunduğunu gösteriyor. Buna rağmen muhafazakârların siyasi yaşamı devletin onay ve iradesine bağlı bulunduğu çok açık ortada. Muhafazakârların tabanıyla devlet tabanı özdeş bulunduğu için muhafazakârlar devletten bağımsız bir varlık sürdüremiyorlar.
Muhafazakârın devletle özdeşleşmesi 1989’dan Hamaney’in dini önder olmasıyla başladı. Bu bütünleşme muhafazakârları dağınık, öndersiz, parçalı ve kendi içerisinde hasım ayrışımlara böldü ve içlerinden halkın oyunu alabilecek politikacı çıkaramayacak kadar kötürüm bir hale sürükledi. Nitekim tüm seçimlerde siyasi sahneye sürdükleri molla, asker, bürokratlar bu hareketin parti, kurum ve kuruluşlarında yetişmiş ve onunla organik ilişkileri olan şahıslar olmadılar.
İşin enteresan ve anlamlı olan yönü ise, 1989’dan şu zamana kadar Haşimi Rafsancani, Mahmut Ahmedinejad ve Hasan Ruhani gibi muhafazakârlar, onlarla yollarını ayırarak tercihleri kazanma şansını elde ettiler. Nitekim İbrahim Reisi kendini muhafazakâr değil, bağımsız aday olarak tanımladı. Reisi’nin kendini bağımsız aday olarak tanımlaması muhafazakârın bugünü ve geleceği yönünden tehlikeye işaret etmektedir. Çünkü bağımsızlık kelimesi muhafazakarlara, 2005’teki Ahmedinejad’ı hatırlatıyor. Ahmedinejad gibi Reisi de tercihleri kazanırsa, muhafazakârlara borçlu olmadığını söyleyerek onlara hükümetten istedikleri payı vermeyeceği açıktır.
Ancak bu yılki seçimlerde Anayasayı Koruyucular Konseyi reform yanlısı ve merkezdeki adayların yarışmasını neredeyse yasakladı.
İran’da Ekonomik Kriz
İran seçimlerinde ekonomi, kritik dikkate sahip ve her adayın gündeminde ön sıralarda yer alıyor. 1979 İran İslam Devrimi’nden bu yana ülke ekonomisi en kritik eşiklerinden birinden geçiyor.
ABD yaptırımlarına bir de Covid salgınının etkisi eklenince, ülke tarihinde enflasyon seviyesi yüzde 50’lere ulaştı ve ülke tarihinin en kötü ekonomik krizlerinden birinin önü açıldı.
Hükümetin Kasım 2019’da keyfi olarak benzin ve akaryakıt fiyatlarını artırması neticesi 100’den fazla kentte binlerce insan protestolar amacıyla sokaklara inmişti.
Uluslararası Af Örgütü, birkaç gün içerisinde silahsız 300’den çok göstericinin emniyet güçleri tarafından öldürüldüğünü öne sürmüştü.
Göstericiler, İran’da hükümetin idaresi elinde olan elitler ve hükümet görevlilerinin istifası yönündeki taleplerini yineleyecek benzer protestolar düzenleyebilir.
İranlılar arasında radikal bir değişimin lüzumlu bulunduğu ve fakat protesto ve grevlerle bunun başarılabileceği fikri süregelen olsa da, çok sayıda İranlı, seçimler vasıtasıyla daha barışçıl ve ulaşılabilir, kademeli bir değişim sürecinin olası bulunduğuna inanıyor.
Ancak siyasi iklimdeki istikrarsızlık o kadar kuvvetli ki, seçim gününe kadar ülke, iki yola da sapabilir..
Kutuplaşma ve Kriz
İran devleti, yüksek tansiyonlu ve kutuplaşmış bir seçim süreci istemiyor. Kutuplaşma, seçimlerde halkın aktif katılımını sağlasa da detaylı tehlikeler barındırıyor. Kutuplaşama, birbirlerinin kirli çamaşırlarını su yüzüne serdikleri amacıyla siyasal seçkinleri itibarsızlaştırıyor. Tüm adayları rejim muhalifi mevkisine düşürüyor. Seçimler, rejim zıtı propaganda sürecine dönüşüyor. Siyasal kutuplaşmanın oluşturduğu toplumsal seferberlik, itirazları sokağa taşıyabiliyor. Kutuplaşma, 2009 Yeşil Hareketi’nde bulunduğu gibi denetimi zor siyasal protestolara dönüşebiliyor. İran devletinin yaşadığı problemler nedeniyle bu tür bir ağır süreci yönetme olanağı düşüktür. Ekonominin iyi olmaması, salgın dönemi, ülkede hâkim olan geniş toplumsal ve siyasal hoşnutsuzluk, kutuplaşmayı devletin istemediği ağır noktalara taşıma olasılığı yüksektir.
İran’da cumhurbaşkanlığı tercihleri İran İslam cumhuriyeti yönünden detaylı fonksiyonları olan kati suretle dikkate sahip bir süreçtir. Seçimler İran İslam Cumhuriyeti’ne, halka dayalı bir rejim olduğu iddiasını dillendirmeye imkân vermekle eş güdümlü dünyaya halkın yasal, onay ve rızasına sahip olan yasal bir rejim görüntüsü çizme olanağı sağlıyor. Seçimler, toplumun protesto enerjisinin boşlamasına ve sınırlı da olsa birtakım siyasi umut doğurarak kitlelerin rejim zıtı bir pozisyona evirilmesini engelliyor. Seçimler, iktidar dolaşımını sağlayarak devlet seçkinleri arasındaki ilişkileri dizginliyor. Devletin yönetim bürokrasisinde kadrolaşmayı engel olarak Cumhurbaşkanlığının rejime zıt bir odağa dönüşme imkânını yok ediyor. Seçimler ilaveten rejim yandaşları yönünden yasal ve rızanın tekrar üretilmesine zemin sağlıyor.
Yukarıda çizdiğim çerçeve, seçim sürecine pratikte ters fonksiyon görüyor. Bu seçimlerde de gördüğünüz gibi, devletin seçim sürecinin mühendisliğine kalkışması muhafazakâr ve reformcu hareketine mensup etkin politikacıların oyun dışı bırakılmasıyla sonuçlanıyor. Bu da siyasal seçkinler arasında, sıhhatli bir iktidar dolaşımını zorlaştırıyor. Seçimlerin ana amacı olan rıza, yasallık, uyum ve birlik yerine kriz ve çatışma üretiliyor. Nitekim aday listeleri açıklandıktan sonra Mahmut Ahmedinejad, iktidar seçim sürecini tıkadıkları amacıyla Devrim Muhafızları ve Anayasa Koruyucular Konseyi lağvedilmesi gerekliliğini söylemeye başladı. Radikal görüşleriyle tanınan Yargı Erki eski Başkanı Sadık Laricani, kendisinin delegesi bulunduğu Anayasa Koruyucular Konseyi’nin emniyet güçlerinin elinde rehin olmakla suçladı. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, aday listesinin gözden geçirilmesi amacıyla Hamaney’e mektup yazdı. İslam Cumhuriyeti gibi muhafazakâr gazete aday listesi nedeniyle Anayasa Koruyucular Konseyi’ni eleştirdi ve devrim ülküsüne zarar veren bir hal bulunduğunu yazdı.
Cumhurbaşkanlığı tercihleri devletin yönetici kadrosunun topluma sunulması, tanıtılması, kabul ettirilmesi tarafında siyasal vitrin fonksiyon görmektedir. İran’da cumhurbaşkanlığı adaylığı başlı başına siyasette etkin olma manasına gelir. Bugün adaylar, tercihleri kazanmasalar bile ileride yüksek görevlere getirilmeleri muhtemeldir. AKK doğrultusundan seçime giremeyen Devrim Muhafızları mensubu Said Muhammaed’iın Tahran Belediye Başkanı olma olasılığı vardır.
ABD – İran İlişkisi
ABD’de eski Başkan Donald Trump döneminde iki ülke arasında gerileyen ilişkiler, Joe Biden’ın ABD Başkanı seçilmesi ardından yeni bir devreye girdi, diplomatik müzakerelerin tekrar canlanacağı umudu doğdu.
İran’da idaresi elinde sahip olan muhafazakarlar arasında ABD ile görüşmelerin manasız bulunduğu fikri hakim olsa da, reform yanlıları ve merkezdekiler diyaloğun artırılmasından yana.
ABD-İran görüşmelerinin canlanmasını isteyen bu iki grup, ülkenin uluslararası kara para aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadele kuruluşu FATF’ye (Mali Eylem Görev Gücü – Financial Action Task Force) katılmasını, bölgedeki en kuvvetli rakip Suudi Arabistan ile uzlaşma sağlanmasını ve İran’ın baş düşmanı saydığı İsrail’e karşı sarfedilen saldırgan söylemin azaltılmasını da destekliyor.
Öte yandan yaklaşan tercihleri boykot etmeyi planlayan kesimler, İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in verilen kararların ülkenin genel politikası, bilhassa de dış siyaset üstünde ne kadar baskın olduğunun, bir ileri cumhurbaşkanının da Hamaney’in onayı olmadan statükoyu değiştirmeye yönelik bir adım atacak kuvveti olmayacağının da farkında.
Bir Sonraki Lider
Hamaney’in yaşı ve sıhhat hali ve İbrahim Reisi’nin adaylığı nedeniyle bu tercihlerin bilhassa Hamaney ardından öncülük kurumu yönünden belirleyici olacağı iddia ediliyor. Reisi’nin cumhurbaşkanlığı kazanması halinde, liderliğe giden yolu açılabileceği konuşuluyor. Bu, görünürde mantıklı gözükse de Reisi yönünden detaylı riskleri barındırıyor.
Öncelikle Reisi’nin bu seçimi kazanacağını garantilediğine dair her tür net öngörü aceleci bir yorum olabilir. Seçim süreci ve aday kompozisyonu İbrahim Reisi’nin kazanmasının garantileme amacı tarafında olsa da pratikte sürecin bu tür işleyeceği manasına gelmiyor. Çünkü Reisi, açık şekilde devletin adayı gözüküyor. Reisi tercihleri kazansın diye etkin bireylerin elenmesi, tercihleri kuşku altına alıyor. İktidar seçkinleri yönünden adaletli, eşit ve kabul edilebilir bir yarış olmadığı görülüyor. 2021 cumhurbaşkanlığı tercihleri, gerçek seçimden çok Reisi’nin öncülük yolunu açma süreci olarak algılanıyor. Bu, Reisi yönünden göründüğünden daha tehlikeli bir konumlanmadır. Katılımın düşük olacağı öngörülen bu seçimlerde, yaşananlar katılımı daha da düşürülebilir. İnsanlar, seçim sonuçlarının beli olduğunu düşündüğü amacıyla oy vermeye gitmeyebilir. Düşük katılım ve düşük oyla seçimin kazanılması meşruiyet sıkıntısı doğuracağı açıktır. Hem de bu durum, reaksiyon ve protesto oylarını da artırabilir. İnsanlar, Reisi kazanmasın diye Mehralizade ve Ruhani’ye yakınlığıyla tanınan ekonomist Hemmeti gibi adaylara oy verebilir. Bu da, beklenmedik neticeler doğurabilir. Nitekim Reisi’nin kendisi de onaylanan aday listesini doğru bulmadığını ve yenilenmesini gerekliliğini söylemektedir. Çünkü 2017 seçimlerini Ruhani’ye kaybeden Reisi’nin Haziran seçimlerini de kaybetmesi halinde, 2 kez cumhurbaşkanlığı seçimlerin de yenilmiş biri olarak öncülük yolu tıkanabilir.
Hamaney’in önder olmadan cumhurbaşkanı olması, Reisi’nin öncülük rotasında model alındığı anlaşılıyor. Fakat bu analoji doğru olmayabilir. Çünkü Hamaney, cumhurbaşkanı bulunduğu dönemde başbakanlık vardı, cumhurbaşkanlığı günümüzdeki gibi direkt mesul gözükmüyordu ve göreli olarak gündelik siyasal tartışmaların dışında tutuluyordu.
İran, iç ve dış politikada öyle komplike bir halle karşı karşıyadır ki, Reisi’nin İran gibi komplike bir ülkeye cumhurbaşkanı olabilecek ve ülkeyi iç ve dış politikada düzlüğe çıkarabilecek şahsi beceri ve özelliklere sahip bulunduğu kuşkuludur. Çünkü Reisi, 2017 seçimlerinde çok kötü performans sergiledi. Ekonomi, dış politika, siyaset ve toplumdan bihaber bulunduğunu açıkça gösterdi. Genellikle dış politikadaki bilgisizliği alay hususu oldu. İlaveten TV tartışmalarının en zayıf tartışmacısıydı.
İbrahim Reisi’ni, önceki cumhurbaşkanıyla karşılaştırdığımızda detaylı dezavantajlara da sahiptir. 1979’dan şu zamana kadar yalnızca yargıda çalışmış. Reisi 1979’dan sonra birtakım toplu idamlardan bilhassa 1998’de gerçekleşen 4500 kişinin idamında sorumluluğu bilindiği için, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazansa bile, AB ve ABD’ye gidip gidemeyeceği de tartışmalı. İran rejim muhalifleri tarafından Avrupa mahkemelerinde Reisi aleyhinde açılan detaylı davalar var. Bu da, başarılı bir cumhurbaşkanı olma imkanını zayıflatıyor.