2013 Gezi Parkı eylemleri ile alakalı beraat kararının bozulmasıyla yine açılan ve Osman Kavala’nın da aralarında olduğu 17 sanığın yargılandığı Gezi davası’nda karar çıktı. Mahkeme Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet cezası verdi.
Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman ile alakalı 18 er sene hapis cezası ve sanıkların tutuklanmasına karar verildi.
Buna göre ortada bir darbe girişimi var. Ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırılan Osman Kavala bu girişimin önderi. Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman, Can Atalay ve Yiğit Ali Ekmekçi de aynı girişimin destekçileri…
Bir avuç şahıs toplaşıp yüzbinleri sokağa döküp devlete darbe yapmış yersen tabi.
Gezi’de yaşananların bir darbe girişimi olduğuna inanmamız bekleniyor. Sadece darbe olduğuna inanmak da yetmiyor, sanık sandalyesinde oturmayan yüz binlerce bireyin bu bir avuç şahıs tarafından kullanıldığına da inanmalıyız belli ki.
Biz sahiden bunu mu yaşadık? Gezi bu muydu?
Hukuk, adalet, insan hakları, vicdan bu ülkede oldukça “lüks”, bu kararla o ‘lüks’ en yüksek adımında. iktidar sahipleri ve yanlıları bunun farkında olmalı ki, karardan sonra sessiz kalmayı tercih ediyorlar.
Siyasi fikri ve şahsi çıkarları nerede olursa olsun, hak, hukuk, adalet peşinde koşan hiç bir insanın katiyen ve katiyen kabul edemeyeceği kararlara imza atılıyor. Peşinde koşmasına da lüzum yok, yalnızca “kendi vicdanında hak ve adalet zihniyetine sahip olmak” yeter.
Gezi Davası’nda ne olmuş, ne bitmiş, suç ne, hangi ispat var gibi, “hukuki gerekçeler” aramak boşuna. Çünkü, yok!..
Beraat, tahliye, dosyanın kapanması, olmadı baştan, tekrardan açılması ve sonrasında ceza yağdırılması, Türkiye’nin bilhassa son iki senedir içerisinde debelendiği siyasi, ekonomik, sosyal içerikli çok ağır bir krizin hukuk yönünü temsil ediyor.
Avukatlardan Fikret İlkiz savunma esnasında bunu değişik bir üslupla dile getiriyor:
“Ravel en tanınan yapıtı Bolero için ‘içerisinde hiç müzik yoktur’ der. Adaletin dağıtıldığı yer mahkemelerdir ama, ne yazık ki, içerisinde hiç adalet yok.”

İktidar ve kendi mahkemeleri
Amerika dahil, Avrupa Birliği ve birçok ülke kararı kınarken, “adalet komedisi” deyimini kullanıyor. Aynı vakitte yok edilen kuvvetler ayrılığı ilkesinin, yok edilen hukukun avantajı ilkesinin üstünde durarak, otoriter rejimin ülkeyi yeni serüvenlere sürüklediğine dikkat çekiyor.
Avrupa Parlamentosu Türkiye eski raportörü Kati Piri ise, yakınlaşmakta olan tehlikeyi hatırlatıyor:
“Erdoğan ve onun mahkemeleri tarafından oluşturulan büyük adaletsizliğe karşı duyduğum hiddet ve üzüntüyü anlatacak sözcük yok. Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden atılmasının vakti geldi.”
Cümle alem yargının iktidar tarafından ele geçirildiğini, mahkemelerin iktidarı hoşnut edecek kararlar verdiklerini biliyor.
Erdoğan’ın açıklamaları tam bir komedi
Adaletin yok edildiği bir günde, Erdoğan:
“Toplumu ayakta tutan temel direk adalettir. Adalet hangi ırktan, hangi inançtan, hangi renkten, hangi coğrafyadan olursa olsun, bütün insanlığın ortak arayışı, ortak isteği, ortak değeridir. Devlet işlerinde her işin başı adalettir. Adaletin olmadığı yerde huzur olmaz, emniyet olmaz, kalkınma, gelişme, refah olmaz.”
Adalet olmadığına göre, Erdoğan tam da bunu anlatıyor. Her tarafıyla çökmüş bir ülkeyi…
Ülkede ne huzur var, ne emniyet, ne kalkınma, ne gelişme, ne refah. Nereye baksak, görüyor ve yaşıyoruz. Üstelik, artık daha ağır şekilde.
Türk Toplumu
Toplumlar zora, disipline, şartlanmaya ve hem de şayet yarar vermiyorsa belli yaştan sonra örgün öğretime kapalıdır.
Toplumları eğitmeniz zahmetlidir. Eğitici kadrolar yok olmuşsa, köylüleşmişse, yozlaşmışsa onların eğitiminden de bir şey çıkmıyor. Düzen tepeden inme biçimde getirilir ya da bir yok oluş ya da kaos ardından biçimlenerek, dersler çıkarılarak oluşturulur.
Yani toplumun kendisini sisteme sokacak bir öz aristokrasisi de yok. Avam avamlığını yücelttiği sürece kusurlarını göremiyor, açıklarını ve gediklerini de kapatamıyor.
Onlardan oy alabilmek isteyenler de o avamı yüceltmek mecburiyetinde olmasından ne zorlayıcı şey (cedurumatin ve disiplinsizliğin ıslahı) için kolları sıvıyor ne de o eksiği görüyor.
Bir seçimde kafaya alınan bir iktidar da dört beş yıllık proseste koskoca toplumu eğitmeyeceğini biliyor. Eğitme güdüsü gibi aristokratik bir refleks de taşımıyor esasen… Seçmenler ve iktidarlar yönünden konuşuyorum, her iki doğrultu da karşısındaki bireyin işlemişini bilen ancak ondan yararlanmak amacıyla aptalı oynayan sevgili gibiler.
Türk toplumu, kendisini düzeltecek hiç bir şey yapmıyor. Bunun amacıyla çaba da sarf etmiyor, inisiyatif almıyor, vasatı yüceltiyor, cahilliği kutsuyor, hiçlik tiyatrosuna alkış tutuyor, küçük ve yalın beğenileri abartıyor.
Sözün Özü; Küba lideri Fidel Castro’nun unutulmaz savunmasında söylediği gibi:
“La historia me absolvera…”
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Sansür Dergi’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.