UZAY YARIŞI
Yaklaşık olarak 300 bin yıllık bir geçmişe sahip olan insan, bu süreçte çeşitli aletler kullandı. Yüzey kazımak, avlanmak, et ve kemik parçalamak için taştan yapılan ilk ilkel örneklerden günümüze hayatını kolaylaştıran birçok alet geliştirdi. 20.yy.’ın başlarına tekabül eden 2. Sanayii devrimi sonrası bu ivme hızlanarak, insanların kullandığı aletler akıl almaz seviyelere ulaşmıştır. Öyle ki insan, yüzbinlerce yıldır yeryüzünden izlemekle yetindiği uzaya, 4 Ekim 1957 yılında Rus yapımı Sputnik-1 yapay uydu ile ilk adımını attı. Bu tarih aynı zamanda ABD ve Sovyet Rusya arasında bir uzay yarışının başlangıç tarihi oldu. Daha sonra ABD’ye bağlı NASA ( Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi ) 20 Temmuz 1969’da Apollo projesi kapsamında, astronot Neil Armstrong’u ay yüzeyine indirmeyi başardı. Neil Armstrong bu olayı ‘’Bir insan için küçük, insanlık için büyük bir adım’’ olarak nitelendirdi.
Zaman içinde onlarca keşif ve gözlem uydusu hem Dünya yörüngesinde görev yapmak hem de olası bir canlı izine rastlamak için Güneş sistemimizde birçok gezegene uçuş gerçekleştirdi ve gerçekleştirmeye devam ediyor. Yakın zamanda Çin ve Hindistan gibi ülkelerinde dâhil olduğu bu uzay yarışında geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı bir konuşmada, Türkiye’nin uzay programını açıklayarak artık bu yarışta Türkiye’nin de yer aldığını tüm Dünyaya ilan etti. Bu program kapsamında on hedef açıklayan başkan Erdoğan, ilk hedeflerinin 2023’te ay yüzeyine sert iniş gerçekleştirecek bir araç göndermek olduğunu bildirdi.
DİJİTALLEŞEN DÜNYA’NIN DİJİTAL SİLAHLARI
Bugün yaygın olarak kullandığımız bilgisayarlar, cep telefonları, fotoğraf makineleri ve daha birçok örnek, dijital dünyanın bizlere sunduğu aletlerden sadece birkaçı. Bu aletlerin hayatımıza girmesindeki en büyük sebep muhakkak uzay teknolojisidir. Daha uzaklara gidebilmek için daha az yakıt tüketen olabildiğince küçük uzay araçları tasarlanması, bugün kullanmakta olduğumuz teknolojinin ergonomik olmasında önemli rol oynamıştır. Büyük bir silahlanma yarışına şahit olduğumuz bu dönemde, klasik konvansiyonel silahların yerini balistik füzelerin, akıllı mühimmatların ve yapay zekâ insansız araçların aldığını görüyoruz.
Teknolojik imkânlarını geliştiren ülkelerin Dünya nizamı konusunda söz sahibi olduğu bu dönemde aynı ülkelerin katma değere sahip yüksek teknoloji ürünler üretip ihraç etmesi, bu ülkelerin gelişip büyümesindeki en büyük faktör diyebiliriz. Özellikle kıtalararası balistik füzelerin caydırıcılığı, bu teknolojiye sahip ülkelere bir dokunulmazlık kalkanı oluşturmakla beraber bu ülkelerin bu teknolojiye sahip olmayan ülkeler üzerinde bir baskı unsuru oluşturmasına da olanak sağlıyor. Bu nedenle her ülkenin bu tür silahlara sahip olmak istemesinden daha doğal bir şey olamaz. Ancak balistik füze üretim kabiliyetine sahip birkaç ülke, aralarında yapmış oldukları antlaşmalar ile diğer ülkelerin bu tür füzeler üretmesinin önüne geçiyorlar. Yaptıkları bu antlaşmada üçüncü ülkelerin balistik füze denemeleri yapmaları yasaklanıyor, bu yasağa uymayan ülkeler ağır ekonomik ve askeri yaptırımlar ile tehdit ediliyor.
Durum böyle iken, coğrafyasının taşıdığı jeopolitik riskler nedeniyle bölgesel bir güç olmaktan başka seçeneği olmayan Türkiye’nin, son zamanlarda geliştirdiği akıllı askeri sistemlerin ardından kıtalararası balistik füze teknolojisine sahip olmak istemesi ve bunu uzay programı çalışmaları altında kamufle etme planının olduğu
açıkça görülüyor. Başkan Erdoğan’da geçmiş konuşmalarının birinde, Dünyada bazı ülkelerin nükleer başlıklı füzelere sahip olduğunu, bu ülkelerin ellerinde bulunan bu füzeleri imha etmeleri gerektiğini, bu olmazsa Türkiye’nin de bu teknolojiye sahip olma hakkının var olduğunu ve nitekim bu yönde çalışmalarının başladığını dile getirmişti.
İTİBARSIZLAŞTIRMA HAREKETİ
Başkan Erdoğan’ın uzay programını açıklamasının hemen ardından özellikle sosyal medyada, Türkiye’nin ortaya koyduğu bu hedefleri karikatürize ederek itibarsızlaştırma hareketlerinin başladığına şahit oluyoruz. Bilinçli veya bilinçsiz bu itibarsızlaştırma hareketine dâhil olan insanların ekseriyetinin, batılı hayat tarzını benimseyen, eğitim ve teknoloji gibi alanlarda batılı ülkelerin gerisinde kalmamızdan şikâyetçi olan Z kuşağına dâhil kimseler olması,
ideolojik körlük terimini yeniden gündeme getiriyor. Batılı ülkelerin ağır sanayii hamleleri yaptığı dönemlerde Türkiye’nin sağ-sol gibi iki kutba ayrıldığı ve sistematik bir şekilde belli zaman aralıkları ile askeri darbeler yapıldığı bu acı tecrübelerle dolu yakın geçmişimiz yeni jenerasyonlara unutturuldu ve unutturulmaya çalışılıyor. Devlet projelerinin parti projesi gibi kamuoyuna sunulması da atılan bu tür olumlu adımların halka daha iyi anlatılmasındaki en büyük engel olarak göze çarpıyor. Toplum hafızasını diri tutmak için, batı medeniyetlerinin bilime sıkı sıkıya sarılmışken Türkiye’nin yakın geçmişinde ideolojik kavgalarla oyalandığı gerçeği yeni nesillere
hatırlatılmalıdır.