Dil Ve Toplumsal Cinsiyet

Dil Ve Toplumsal Cinsiyet

Toplumsal cinsiyet varlığını her alanda gösteriyor. Gerek dilimizde kullandığımız kelimelerle, gerek iş dünyasında gerekse, sosyal hayatta bunu rahatlıkla görebiliriz. Peki sorun nerde başlıyor?

İnsan sosyal bir varlık olduğu için diğer insanlarla iletişim kurmak zorundadır. Yaşadığı çevreyi, dış dünyayı, etrafındaki canlı ve cansız bütün varlıkları anadilinin belirlediği sınırlar ve çerçeveler yoluyla kendi zihninde anlamlaştırır.

Bu varsayımdan yola çıkarak, dilin bir bakıma düşüncelerimizin çizgisini de belirlediği kanaatine varabiliriz. Eflatun ve Aristo gibi filozofların görüşüne göre dil yalnızca düşünceleri aktarma sistemidir. Bu düşünceye göre dil, düşüncelerimizin şekillenmesinde rol oynamaz. Bu görüş oldukça sığ bir ifadedir. Çünkü dil adeta düşüncelerimizi tel örgülerle çevrelemiştir.

Dil ve toplum

 Dilin toplum üzerindeki etkileri oldukça fazladır. Toplumu toplum yapan en önemli yapı taşlarından biri de dildir. “Dil toplumun aynasıdır.” görüşü dili tanımlamamızda oldukça yavan bir ifade olarak kalacaktır. Bir dil ne kadar karmaşık ise o dilin kelime dağarcığı o kadar karmaşıktır. Dilimiz bir nevi toplumsal bakış açımızı ortaya sermekle kalmıyor bakış açımıza da düzenlemeler getiriyor. Düşüncelerimizi, fikirlerimizi, hayata bakış açımızı gibi birçok alanı yönlendirdiğini söyleyebiliriz. Neticede toplum, dilin çizdiği sınırların dışında düşünemez gerçeğiyle yüzleşebilmeliyiz.

 Bir toplumun düşünce yapısının şekillenmesinde dilin etkisinden bahsederken dilin toplumsal cinsiyete hatta cinsiyet eşitsizliğine olan etkisinden de söz etmek gerekir. Toplumsal cinsiyet, kadınlık ve erkeklikle ilgili kültürel bakış açısıyla ve beklentilerle yapılanmıştır. Cinsiyet; erkek ile kadın arasındaki, yalnızca biyolojik özelliklere dayalı farlılıkları belirtir. Lakin toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri bahsettiğimiz biyolojik özellikleri kaynak alarak normalleştirilmiştir.

Kadın biyolojik olarak doğurgan özelliğe sahiptir. Bu nedenle ev işleri, çocuk, yaşlı, hasta bakımında görev ve sorumluluk sahibi edilmiştir. Erkek ise ücretli çalışıp ailenin geçimini yaptığı için aile reisi konumundadır.  Ataerkilliğin temelinde yatan en önemli etken kadınların evdeki işlerinin, her hangi bir ücret karşılığının olmaması diyebiliriz.

Doğduğumuz andan itibaren anne babalarımız tarafından adeta cinsiyetimize bağlı konumlandırılırız. Yeni doğan bebeklere bile gelecekte cinsiyetinden dolayı  “olması istendiği” nitelikte isimler verilir. Erkek çocuklarına Mert, Aslan, Yiğit gibi güçlü anlamlarına gelen isimler verilirken, kız çocuklarına ise Nazlı, Ceylan, Narin gibi isimler verilir. Çünkü erkek çocukların ilerde güçlü gözü kara olması beklenir. Kız çocuklarının ise kibar ve naif olması beklenir. İlerleyen yaşlarda beklentiler erkek ve kız çocuklarında farklılık göstermeye devam eder. Anneler mutfak işlerinde yalnızca kız çocuklarından yardım isterken, yalnızca erkek çocuklarını markete gönderen babalar ayrımcı tutumu sürdürür.

 Toplumsal beklentiler miniklerin oyunlarında bile belirli bir vaziyettedir. Kız çocukları, evcilik, doktorculuk gibi oyunlarda anneymiş gibi ya da doktormuş gibi davranırlar. Erkekler ise dışarı oyunlarına, aktif oyunlara daha çok yönlendirilir. Futbol, basketbol gibi…  Bir de erkek çocukları ufak yaşlardan itibaren silahlarla ya da diğer şiddet içerikli oyunlarla oynarlar bu da erkeklerin şiddet eğilimli biri olmasına yol açabilir. 

 Ayrıca Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Külkedisi, Uyuyan Güzel ve Rapunzel gibi masalları okuyarak büyüyen bir kız çocuğu kendisini her zaman içinde bulunduğu zorluktan yalnızca bir erkeğin kurtarabileceğini düşünebilir. Hayatın birçok alanında kendini yeterli güce sahip hissetmeyebilir. Bu masalları okuyan bir erkek çocuğu, kızların tek başlarına zorluklarla başa çıkamadıklarını bu nedenle kendisini daha fazla güçlü olması gerektiği sonucuna varabilir.

Dilimizdeki cinsiyetçiliği, dilimize pelesenk olmuş en basit cümlelerde görebiliriz. “Kız gibi olmak” genelde hakaret, kötü bir şey gibi, “erkek gibi olmak” genelde iltifat gibi görülür. Bir kadına erkek gibi kadın dendiği zaman, o kadının güçlü olduğu algısına varılır. Hatta kadın kelimesini kullanmak bile toplumumuzda kaba bir kelime söylenmiş gibi algılanır. Onun yerine  “daha nazik olan” bayan kelimesi kullanılır. Oysaki bayan kelimesi yalnızca hitap ederken kullanılabilir.

Bizleri kadın kelimesini kullanmaktan korkar duruma getiren şey, kadın denildiği zaman akıllarda cinsel bir çağırışım yapma olasılığıdır. Erkek bir bireyden bahsederken “ bay bir arkadaşım” şeklinde cümleye başladığımız zaman yadırganabiliriz. Fakat “bayan bir arkadaşım” dediğimizde kimse bizi yadırgamaz hatta kibar biri olduğumuz kanaatine bile varabilirler. Erkek kelimesini tedirgin olmadan kullanabiliyorsak toplumsal cinsiyet eşitsizliğin dilimize yansıdığından düşünmeden bahsedebiliriz.

Toplumsal Cinsiyet

 Toplumsal cinsiyet; kadınlar ve erkekler arasındaki biyolojik farklılıktan ziyade toplumsal ve kültürel şekilde yapılandırılmış ayrılıkları belirtir. Toplumun sahip olduğu ortak kültüre, kural olarak benimsenmiş değerlerine göre, toplumsal cinsiyet rol ve sorumlulukları öğrenilir. Böylece kadın ile erkeğin görev ve sorumlukları birbirinden ayrılmış olur. 

 Daha evvel bahsettiğimiz gibi bu ayrımı çocuklarımıza küçüklükten itibaren yaparız. Benzer olarak araştırmalara göre ebeveynler matematikte erkeklerden daha çok başarı bekliyorlar. Matematik ve fen dersleri için kız çocuklarını daha az teşvik ediyorlar. Bu beklenti farklılığına örnek olarak atasözlerimizde uygun bir ifade vardır.  “Saçı uzun aklı kısa!” gibi. Maalesef ki atasözleri ve deyimlerimizde bu gibi kadını aşağılayan birçok ifade vardır. “Kızını dövmeyen dizini döver. Bir adamın karısı o adamın yarısıdır. Oğlan doğuran övünsün. Oğlunu seven hocaya, kızını seven kocaya verir. Kızın var sızın var. Kızı kim severse güveyin olur, oğlun kimi severse gelinin odur.” gibi. Fark ettiyseniz bu atasözlerinde hep kadınların fikirleri düşünceleri yok sayılmış aşağı görülmüştür. Zekâları neredeyse yok sayılmıştır. Dilimize toplumsal cinsiyet bu şekilde geçmişten günümüze yansımaya devam ediyor.

Erkekler ve kadınlar arasında beceri seviyesi, geldikleri sosyokültürel düzey, aldıkları eğitim, bulundukları çevre (kır/kent), aile yapısı gibi değişkenler eşitlendiği zaman yetişkinlerde okuduğunu anlama, analiz etme, liderlik vasfı, sorun giderme yetisi ve matematiksel konularda herhangi seviye farkı olmadığı bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır.

Eğitimde Eşitsizlik

Eğitim alanında Türkiye’de ne yazık ki halen kadınların, kız çocuklarının eğitime erişimi zorlu bir süreçten geçmektedir. Kadınların eğitimsizliği erkeklerle kıyasla toplum içinde bazen zekâ eksikliği, bazen beceri yetersizliği olarak görülmektedir.

Eşitsizliğin İş Dünyasına Yansıması

Kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin en açık saptanabileceği istatistiklerden biri ise kadınların işgücüne iştirak oranıdır. Dünya’da işgücüne katılım erkeklerde yarıdan fazla iken, kadınlarda nüfusun yarısı kadardır. Türkiye’de iş gücüne katılım ise kadınlarda nüfusun yarısından daha az olarak durumun vahimliği gözler önündedir. Kadınlar gereken eğitimi alamadıkları için ekonomik özgürlüğüne kavuşmaları, aktif hale gelmeleri, çok daha zor oluyor. Bu maksatla kadınlar toplumdan çeşitli aşağılanmalara, zorbalıklara maruz kalıyor. Bununla da bitmiyor iş gücüne katılım gösteren kadınlar da çeşitli baskı ve tahakkümlerle karşı karşıya kalıyor. En başında işveren şahıslar personel işçi alımı yaparken sırf kadın olduğu için iş vermek istemiyor.

Bu durum kadınların iş yaşamı dışında sosyal ve özel yaşamlarında görev ve sorumluluklarının oldukça fazla olmasından kaynaklanıyor. Çünkü kadınların omuzlarında aynı zamanda annelik, ev işleri gibi ağır yükleri var. Doğum izni ve hamilelik izni vermek istemeyen sektörler kadınlara istihdam sağlamak istemiyor. Kadınlar aynı iş ve beceriyi sarf ettikleri halde çoğu zaman erkeklerden daha ucuza çalıştırılmışlardır. Günümüzde de bu vaziyetin devam ettiği ülkeler mevcuttur.

İş hayatında mesleklerin bile cinsiyetleştirildiğini dilimizde görmek mümkün. Bir olayda hakimden bahsederken çoğu kişi hakimin cinsiyetinin erkek olduğu algısına kapılır. Aynı örneği cerrah dediğimiz zamanda da erkek bir cerrahtan bahsediyormuşuz algısı oluşur. Bir başka durumda da erkek bir hemşireden bahsederken erkek kelimesini kullanma gereği hissederiz.

Kadınları daha çok hemşirelik, sekreterlik, halkla ilişkiler, öğretmenlik gibi bölümlere yönlendirilirken erkekler cerrahlık, mühendislik, yöneticilik gibi mesleklere yönlendirilirler. Erkeklerin yönlendirdikleri meslekler çoğunlukla kadınların yönlendirildikleri mesleklerden daha çok kazanım getirir. Bu da toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin başka bir kapsama alanıdır.

Kısacası toplumsal cinsiyet varlığını her alanda gösteriyor. Gerek dilimizde kullandığımız kelimelerle, gerek iş dünyasında gerekse, sosyal hayatta bunu rahatlıkla görebiliriz.

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım

Dergimize ara ara uğrayıp çıkan Ya da dergimizin müptelası olup isminin görünmesini istemeyen yazarlarımızın yazıları Konuk Yazar kısmında yer almaktadır.

Yazarın Profili