Mehmet Ağar’ın hikayesi, aslında devletin hikayesidir. İç içe işlemiş bir hikâye. Bu iç içe olma hali, Ağar’ın dünyaya geldiği güne kadar uzanıyor. Ağar’ın babası Zülfü Ağar, bir dönemin en önemli Emniyet müdürlerinden.
1960 evveli devresinin başbakanı Adnan Menderes’e, genel olarak da Demokrat Parti geleneğine yakın bir isim. Mehmet Ağar da 1951’de, babasının o dönemki Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın koruma müdürü olması nedeniyle devletin kalbinde, Çankaya Köşkü’nün lojmanlarında dünyaya geliyor.
1968’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanıyor. O yıllar, devrimci gençlik hareketinin üniversitelerde güçlendiği bir devre. Hatta kendisinin dediğine göre Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’le okulda top oynuyor. Ağar’ın ilerideki hayatında ise solla mücadele mühim bir yer tutacak.
Babasının izinde Devlet adamı
Ağar’ın kariyerine başlamasından kısa vakit evvelce, 12 Mart 1971’de hükümete muhtıra veriliyor. 1970’lerin en mühim emniyet müdürlerinden biri Şükrü Balcı. 70’lerde mafya ile ilişkileri bulunduğu iddia edilen Balcı, 16 Mart 1978’de Ülkücü bir grubun solcu öğrencilere yönelik yaptığı Beyazıt Katliamı nedeniyle de ile ilgili tahkîkat açılmış bir isim. Ağar da ilerleyen senelerde Balcı’nın yanında yetişiyor. 1972’de mezun olan Ağar, üniversitenin ardından Emniyet Genel Müdürlüğü’ne giriyor ama bir vakit sonra kaymakamlığa yöneliyor. Ancak üniversite yıllığında arkadaşlarının yazdığı gibi “en büyük ideali, babasının izinden yürüyerek Emniyet saflarına geçmek.”
Ankara’nın Delice eyaletinde kaymakamlık yapar iken 1980 yılının Ocak ayında, İstanbul Emniyet Şube Müdür Yardımcılığına geçiyor. Daha sonra Siyasi Şube Müdür Muavini oluyor.
O sırada İstanbul Emniyet Müdürü koltuğunda Şükrü Balcı var. Ağar, onun yanında ciddi bir şekilde tecrübe kazanıyor.
12 Eylül sonrası ve işkenceler
1980 Darbesi olduğunda Ağar İstanbul Emniyetindeydi. 12 Eylül sonrası ciddi bir yükseliş içine girdi Mehmet Ağar. Önce Personel Şube Müdürü, sonra Asayiş Şube Müdürü ve sonra da İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı oldu.
Ağar’ın görevde bulunduğu bu dönem, sol görüşlü çoğu vatandaşın İstanbul Emniyeti’nde işkence gördüğü ya da öldürüldüğünün iddia edildiği bir dönem. Bazı hadiseler yargıya da taşındı ve bundan ötürü ceza alan polisler de oldu. Ancak bunların ucu Ağar’a dokunmadı. Ağar’ın sesini televizyonda duyduklarında basına konuşup Ağar’ın işkencecilerinin bulunduğunu öne sürenler oldu.
Ağar 2016’da ise bu dönemle ilgili, “sol örgütlerin gerisinde Rusya’nın bulunduğunu düşündüğünü, öyle şartlandığını fakat sonra Sovyetler’in bir tek TKP’yi desteklediğini gördüğünü, TKP üyelerinin de ellerine bıçak bile almamış, düzgün düşünce de insanların bulunduğunu” söyleyecekti.
MİT raporu
1988’de birinci MİT raporu olarak tarif edilen rapor, detaylı basın kuruluşlarını gezdikten sonra kamuoyuna sızdı. Raporu kamuoyuna duyuran, başında o devrenin yasaklı siyasetçisi Doğu Perinçek‘in bulunduğu 2000’e Doğru dergisiydi. Raporda, polis içindeki çekişme ve mafya-polis-kamu görevlileri arasındaki temaslar ele alınıyordu.
Rapora göre, İstanbul Emniyet Müdürlüğü üst seviye kadrosu yer altı dünyasıyla yakın temas içindeydi ve bu temasın koordinatörlerinden biri de Mehmet Ağar’dı.
Yer altı dünyasının, o dönem ANAP’ın tedbirleri karşısında muhalefet partileri SHP ve DYP’ye yöneldiklerini, bunu bilhassa DYP konusu ile ilgili başardıklarını yazıyordu rapor.
Birçok yorumcuya göre belge, devletin MİT ve Güvenlik odaklı iki kanadının çatışmasının sonucuydu. İddialara göre MİT kanadında Hiram Abas, Mehmet Eymür ve sonradan Ağar’a yakınlaşacak Korkut Eken gibi isimler, Emniyet kanadında ise Şükrü Balcı, Ünal Erkan ve Mehmet Ağar vardı. Rapordaki bulguların kaynağı bulunduğu öne sürülen Tarık Ümit, 1995’te kaçırıldı ve kendisinden bir daha haber alınamadı.
MİT raporu, Ağar’ın yükselişini durduramadı.
Ağar, raporun sonrasında Ankara’ya geçti ve 1988’de yani şimdilik 37 yaşında Ankara Emniyet Müdürü oldu. Bu dönemde ANAP’la yakın temas kurdu. Başbakan Turgut Özal’ın eşi Semra Özal’ın programlarının iyi bir takipçisiydi.
90’lar ve Ağar’ın yükselişi
Ağar, 1990’lara da süratli bir giriş yaptı. 1990’da İstanbul Emniyet Müdürü oldu. Bu dönemde tekrar çoğu yargısız infaz ve işkence iddiaları gündeme geldi. İnsan hakları kuruluşlarından, çoğu operasyonda zanlıların yakalanma olanağı varken “ölü ele geçirilmelerine” büyük reaksiyon geliyordu. O ise yaşamı süresince hiçbir gayri resmi emir vermediğini söyleyecekti.
Erzurum valiliği ve Güneydoğu
Güneydoğu’daki süregelen Nevruz eylemlerinin yeni bir devresi işaret ettiği 1992 senesinde Erzurum Valisi oldu Ağar. Göreve geldiği sene Ülkücü Haluk Kırcı’nın nikah şahitliğini yaptı. Kırıcı kim diye sorarsanız eğer açıklayalım kısaca; 1978’de Ankara’da Türkiye İşçi Partili yedi gencin öldürüldüğü Bahçelievler Katliamı nedeniyle yargılandığı davada idama mahkûm edilmişti. 1991’de tahliye edilen Kırcı’nın “yanlışlıkla tahliye edildiği” meydana çıkmış ve Kırcı aranmaya başlanmıştı. Ağar, ilerleyen senelerde Kırcı’yı tanımadığını söyledi.
Emniyet’in başında yükseliş
1993, faili meçhul cinayetler, suikastlar, yargısız infazlar yönünden çok uzun süren bir sene oldu. Ağar da 1993 senesinde, 42 yaşındayken Emniyet Genel Müdürü oldu. Uğur Mumcu o sene öldürüldü. Eşi Güldal Mumcu, bir görüşmelerinde Mehmet Ağar’ın cinayetle alakalı olarak “Öyle bir iş ki, bir duvar gibi. Bir tuğla çekersek duvar yıkılır” dediğini söyledi. Ağar ise böyle bir demedim dedi.
PKK, Hizbullah ve Mehmet Ağar
Ağar, PKK’ya karşı savaşta özel birliklerin kullanılmasını savunuyordu. Ona göre özel polis birlikleri de bu savaşta rol oynamalıydı. Bu önerileri Milli Güvenlik Kurulu’nun önüne geldi. Bu kapsamda, Emniyet içerisinde Özel Harekât Daire Başkanlığı’nın kurulmasını sağladı. Korkut Eken, özel timlerin eğitiminde vazife aldı. Ağar ilerleyen senelerde bu dönemde “bin saklı operasyon yaptıklarını” belirtecek, 2016’da bunun kendine sorulması üstüne “Hayır, saklı değil, bin istihbarat operasyonu” diyecekti.
1990’lar, Hizbullah teşkilatının bilhassa Güneydoğu Anadolu’da etkin şiddet eylemleri düzenlediği yıllardı. PKK ile sık sık karşı karşıya gelen bu teşkilatın devlet amacıyla birtakım ağlar doğrultusundan desteklendiği iddiaları o dönem basına yansımıştı.
İlerleyen senelerde meydana çıkacak belgelere göre Ağar, 1993’te dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e Hizbullah ile alakalı iletilen bir ikaz mektubunun değerlendirmeye alınması ardından, alakalı birimlere teşkilat üyelerine operasyonu önermeyen bir açıklama yolladı. Açıklamada, “Hizbullah teşkilatı stratejisi gereği emniyet kuvvetleri ve devlet aleyhine rastgele eylemden kaçınmaktadır” diyen Ağar, “yakalama hedefli bir operasyonun bu aşamada beklenilen faydayı sağlamayacağını” belirtiyordu.
Tansu Çiller Ve Ağar
Bu dönemde Güneydoğu’da PKK ile mücadele adına suçlusu meçhul cinayet, köy yakma gibi hadiseler yaşandı.
2010’lu senesinin başlarında, eski özel harekât polisi Ayhan Çarkın, 1990’larda bölümde çoğu suçlusu meçhul cinayeti işlediklerini açıklayacak, bunların devletin bilgi kapasitesi dahilinde yapıldığını öne sürecek ve bu açıklamalar sonrasında bir tahkîkat başlatılacaktı.
1993 aynı vakitte Tansu Çiller’in başbakanlığa geldiği seneydi. Ağar, Çiller’den büyük destek alıyordu. Çiller o sene yaptığı bir açıklamada, ellerinde PKK’ya haraç veren iş adamları ve sanatçıların olduğu bir liste olduğunu belirtip onlardan hesap soracaklarını söyledi.
Bir vakit sonra birtakım Kürt iş insanlarının ölüm haberleri gelmeye başladı. Bu şahıslardan bazıları, Adapazarı-İzmit-Sapanca üçgeninde suçluları meçhul şekilde öldürüldü. Behçet Cantürk’le başlayan süreç öldürülenler arasında HDP Eş Başkanı Pervin Buldan’ın eşi Savaş Buldan da vardı.
Siyaset Arenası
Ağar, 1995’te politikaya girdi. Hızlı bir giriş oldu bu. 1995’te DYP Elazığ Milletvekili seçildikten sonra Refah-Yol hükümetinde daha önce Adalet sonra da İçişleri Bakanı oldu.
Kamuoyu Ağar’ı politikaya girdikten sonra daha yakından tanıdı. O dönem kendisini takip eden gazetecilere göre Ağar her daim soğukkanlı, kendinden emin, olduğu her ortamda otorite kuran bir gözlem veriyordu.
İkinci MİT raporu
1996’da ise Türk kamuoyu, ikinci MİT raporu olayıyla tanıştı.
Kamuoyuna bunu aktaran da dönemin İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek oldu. İddialara göre bu rapor da tekrar iki kanadın geriliminin sonucuydu.
Özellikle Çiller ve Ağar ile ilgili mühim ifadeler kullanılan bu rapor, “Emniyet Genel Müdürlüğü’nce PKK ve Dev-Sol’a karşı faaliyetler amacıyla kullanılan özel bir suç ekibi teşkil edilmiştir” cümlesiyle başlıyordu.
İkinci cümlede, “Tehdit, gasp, haraç, uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet gibi suçların içerisinde olan bu takım genelde eski Ülkücülerden teşekkül etmiştir” deniyor ve sonrasında ekleniyordu:
“Grup direk Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’a bağlı olup Em. Gn. Md. Müşaviri Korkut Eken tarafından sevk ve yönetim edilmektedir.”
Grup üyelerinin sözde “teröre karşı faaliyet” görünümünde ülke dışına gidip gelerek uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı iddiası da yer aldı raporda.
Bu arada raporda, Sedat Peker’in de ismi “Ülkücü faaliyetler” notuyla yer alıyordu.
Öte yandan 1990’ların ikinci yarısında uyuşturucu kaçakçılığından hüküm giyen Hüseyin Baybaşin de o dönemde Mehmet Ağar’ın uyuşturucu kaçakçılığı içerisinde yer aldığını, bir marinayı kullanarak, yat limanı yakınlarında demir atan büyük gemilere mal yüklendiğini öne sürüyor ve ısrarla “Ağar, servetinin kaynağını açıklasın” çağrısı yapıyordu.
Ağar ise senelerce bu iddiaları reddedecek, Baybaşin’in arkasında PKK olduğunu söyleyecek, en büyük uyuşturucu operasyonlarının kendi döneminde yapıldığını belirtecek, Lucky-S gemisi vakasını buna misal verecekti.
Susurluk kazası
3 Kasım 1996’da Balıkesir’in Susurluk ilçesindeki kaza, devlet-siyaset-mafya ilişkilerini meydana döktü.
Birçok suçtan aranan, eski Ülkü Ocakları Derneği yöneticilerinden, sahte kimlikli Abdullah Çatlı; güven amiri Hüseyin Kocadağ ve Çatlı ile teması olan Gonca Us kazada ölmüştü. DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak ise yaralanmıştı. Bagajdan, bazıları devlete ait olup kaybolan çoğu silah ve mermi çıktı. Ortaya çıkan görüntü, MİT raporuyla örtüşüyordu.
Kaza ardından “derin devlet“, “Gladyo”, “kontrgerilla” gibi kavramlar kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmaya başlandı.
Ağar, kazadan kısa vakit sonra istifa etti. Fakat istifa gerekçesi, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın Libya gezisine reaksiyon ve kızının sıhhat hali olarak aktarıldı. Meral Akşener kendisinden vazifeyi devralırken, “Ağar’ın yükselttiği çıta aşağı düşürülmeyecektir” dedi.
Ağar, 16 Ocak 1997’de TBMM’deki Susurluk Komisyonu’nda soruları yanıtladı. Tok sesiyle soğukkanlı ve kendinden emindi. Bazı kritik sorulara, bunların yargıya intikal ettiğini söyleyerek yanıt vermedi. Bazı hususları hatırlamadığını söyledi. Ağar bir dönem devlet içerisinde kendine “terörle” alakalı olarak, “Bu işi bitirin de ne yaparsanız yapın Tanrı aşkına” dendiğini söyledi. Devlete hizmet vurgusu yaptı ve “Bir tek düstur öğrenmişiz, boğazımızdan geçmemek kaydıyla her türlü riski de sırtımızda taşımak suretiyle, devlete, millete hizmet etmişizdir” dedi.
Abdullah Çatlı ile alakalı suallere verilen yanıtların bir noktasında, “Ben, alt kademelerde çalıştığım dönemde, hep sol terör örgütleriyle alakalı bölümlerde çalıştım; yani, sağ terör örgütleriyle alakalı bölümlerde hiç çalışmadım, bilhassa İstanbul Birinci Şube Müdür Muavini olduğum dönemde. Dolayısıyla, sol terör örgütleriyle ilintili olan bireylerin hepsini tanırım fakat, bu kesimde tarife şansım olmamıştır” diye konuştu.
Bu dönemde Susurluk’la alakalı yargı süreçleri başladı. Ağar’ın da yargılandığı davada Özel Harekat Başkanlığı’na alınan birtakım silahların kaybolması, Ömer Lütfi Topal’ın öldürülmesi, Abdullah Çatlı‘ya pasaport verilmesi, MİT bağlantılı Tarık Ümit’in öldürülmesi gibi konular ele alınıyordu.
DYP liderliği
Ağar bu arada 1999 seçimlerinde Elazığ’da yüksek bir oy oranıyla bağımsız milletvekili seçildi. 2002’de ise DYP’nin başına geçti. Tanıyanların aktardığına bakarsak, Ağar devreye ideal siyasi manevralar yapabilen, hem de elastik biri oldu hep. 2005’te Batman’da, DYP’nin bir yemek gecesinde Kürtçe türkü söylemesi ya da bir sene ileri “Dağda silah tutacağına düz ovada politika yapsınlar” çıkışı bunun örneklerinden oldu.
2007’de DYP ve Erkan Mumcu liderliğindeki ANAP birleşme kararı aldı. Yeni parti, DYP’nin ismini değiştireceği Demokrat Parti (DP) olacak, Genel Başkan Ağar olurken, Erkan Mumcu ise Eş Başkan olacaktı. Ancak aradaki krizler büyüdü ve 2 Haziran’daki ANAP kongresinde beklenilen fesih kararı çıkmadı. O gün salonda Ağar da beklenmiş ama gelmemişti.
Ağar kongre yerine Türkçe Olimpiyatları’na katılmış, konuşmasında faaliyetleri övmüş ve Fethullah Gülen’den de “Hocaefendi” diye bahsetmişti.
Yaşananlar nedeniyle Ağar ve Mumcu, birbirlerini suçladı. 2007 seçimlerinde DP barajı geçemeyince istifa etti Ağar. Halefi Süleyman Soylu oldu.
Cezaevi günleri
Susurluk davasında sona gelinirken 2011’de “Kusurumuz olduysa bilerek değil, hizmetin kendisinden kaynaklanan hizmet kusurlarıdır” açıklamasını yaptı.
Davada Ağar’a, “cürüm işlemek amacıyla silahlı teşekkül meydana getirdiği ve yönettiği” gerekçesiyle beş sene hapis cezası verildi. 2012’de Ağar’a hapis yolu göründü ama bu olay da başından itibaren olağanüstüydü.
Adalet Bakanlığı, Bodrum’da yaşam sürdüren ailesine yakın olması amacıyla Ağar için Aydın, Yenipazar’daki hapishaneyi belirledi. Girişte basına konuşup, cezaevinin bir yurt vazifesi olduğunu açıkladı ve “Allah devlete ve millete zeval vermesin” dedi. Bu arada Ağar gitmeden cezaevinde tadilat yapılmış, kendisi amacıyla özel bir bölüm oluşturulmuştu.
O dönemki yeni yargı paketine dayanarak 1 sene 4 gün hapis yattıktan sonra tahliye edildi. Cezaevi çıkışında bekleyen gazetecilere konuşurken tekrar “devlet” kavramına başvurdu: “Devlet ‘Gel’ dedi geldik, ‘Git’ dedi gittik.”
15 Temmuz sonrası
Ağar, Haziran 2011’de AKP’ye desteğini açıkladı. Hapis sonrasındaki dönemde ise kamuoyu önüne pek çıkmadı. 2015’te Mayıs ayında, hiçbir siyasi parti liderinin katılmadığı, Kenan Evren’in cenaze töreninde boy gösterdiğinde gazetecilerin sorusuna “Siyaseti bıraktım” cevabını verdi. Ancak iddialara göre giderek AKP’ye yaklaşıyordu.
1 Kasım 2015 seçimlerinde Ağar, tekrar AKP’ye destek açıkladı. Göz önünde olmama görüntüsü ise 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimiyle eş güdümlü değişti. Girişimden günler sonra, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konutunun da olduğu Üsküdar Kısıklı’daki Demokrasi Nöbeti’nde sahneye çıkması manidar bulundu.
Bu arada darbe girişiminden kısa vakit sonra İçişleri Bakanlığı görevine, yakın teması bulunduğu öne sürülen Süleyman Soylu geldi.
Soylu ise seneler sonra Habertürk’te gazetecilerin sorularını yanıtlarken, 1990’larda DYP içersinde bulunduğu dönemde Ağar’a karşı hareket ettiğini, 2000’lerde de Ağar’a muhalefet ettiğini, bir devlet bürokratının sivil politikayla yer almasına hep karşı çıktığını söyleyecekti.
Darbe girişimi ardından bürokraside bilhassa Gülen Yapılanmasına mensup olmakla suçlanan kadroların tasfiyeleri sürat kazandı. Bu dönemde Ankara’da siyaset kulislerinde, Ağar’ın hükümete güven konularında gayrı resmi olarak danışmanlık yaptığı söylentileri yayılmaya başladı.
İddia edildiği kadarıyla Ağar tasfiyelerle boşalan birtakım güven kadrolarının kimlerle doldurulacağında rol üstleniyor, güven konusu ile ilgili deneyimlerini Ankara bürokrasisiyle paylaşıyordu. 31 Mart 2019’daki ulusal seçimler öncesinde, İstanbul Yenikapı’da düzenlenen Cumhur İttifakı’nın mitingine Mehmet Ağar da katıldı.
Kendisi seneler içersinde AKP’ye daha da yaklaşırken oğlu Zülfü Tolga Ağar da politikaya girmişti. Sitesindeki verilere göre 2014 senesinde partiye üye olan Tolga Ağar, 2018 Haziran seçimlerinde ise AKP Elazığ Milletvekili seçildi. Tolga Ağar’ın 2019’daki, “Cumhurbaşkanı denince bize, acayip, çok korkunç bir şey, Tanrı gibi geliyor” sözleri kamuoyunda çok konuşuldu.
Peker’in iddiaları
16 Ekim 2020 tarihinde sosyal medyada Bodrum’daki Yalıkavak Marina’dan paylaşılan bir fotoğraf gündem oldu.
Karede; Ağar, Korkut Eken, organize suç teşkilatı liderliğinden hüküm giymiş ve hapisten kısa vakit evvelce çıkmış olan Alaattin Çakıcı ile eski Özel Kuvvetler Komutanı ve eski MHP milletvekili Engin Alan vardı.
Mehmet Ağar bugünlerde, kendisi gibi devamlı devletin kutsallığını vurgulayan, organize suç teşkilatı kurmak suçlamasıyla aranan Sedat Peker’in iddiaları ardından tekrar gündemde. Hem de yargılandığı Ankara JİTEM davasındaki beraat kararları bozulmuş durumda.
Ve Ağar bir kez daha o ünlü soğukkanlılığıyla “İnsan yaptığından korkar, yapmadığından değil. Benim çok şükür korkacak hiçbir şeyim yok” diyor. Devletin kendisiyle alakalı istediği araştırmayı istediği vakit gerçekletirebileceğini söylüyor. Oğlu Tolga Ağar’ın tweetinde ise tekrar “devlet” vurgusu var: “Biz vatan, devlet, bayrak, namus ve şeref amacıyla ölmeyi göze alanların torunlarıyız, çocuklarıyız.” Aslında oğul Ağar, bu sözlerle babasının da on yıllardır yaptığı savunmayı sürdürdüğünü gösteriyor.
Türkiye’de on yıllardır mafya-siyaset-devlet-sermaye ilişkisiyle alakalı suçlananlar savunmalarında, “devlet” kavramına başvurmaya devam ediyor.