Türk Dil Kurumunun açıklamasına göre devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Devleti, insanların bir arada yaşaması için gerekli organizasyonu sağlayan bir oluşum olarak ta açıklayabiliriz. Toplumun en küçük sosyal yapısı olan çekirdek aileyi örnek verecek olursak, bu aileyi yöneten bir aile reisi vardır. Günümüzde apartmanlarda ve sitelerde yaşayan insanlar, gerekli organizasyonları sağlayacak bir yöneticiye ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle devleti, insanların ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkmış bir kurum olarak tarif etmek yanlış olmayacaktır. Modern devlet anlayışı 15. Yüzyıldan sonra ortaya çıkmış olsa da, ilk devlet yapılanması tarımın keşfi ile birlikte insanların avcı-toplayıcı yaşam tarzını terk edip, kolektif yaşama geçmeleri ile ortaya çıkmıştır. Toprakların ve su kaynaklarının paylaşımı konusunda bir otoriteye ihtiyaç duyan insanlar, ilk devlet otoritesini M.Ö.9000’li yıllarda oluşturmuşlardır. Tarım toplumundan günümüze kadar olan süreçte insanlar hangi etkin sistemler ile yönetilmiştir? Günümüz modern devlet anlayışı insanların beklentilerini karşılıyor mu? Bu yazımızda bu sorulara cevaplar bulmaya çalışacağız.
İnsanlık tarihi, birçok devlet yönetim biçimine şahit olmuştur. En uzun hayatta kalan sistem olan Monarşi, bir kişinin kayıtsız şartsız egemenliğine dayanır. Halkın yönetime herhangi bir katılımı yoktur. Krallık ve Padişahlık yönetimi, Monarşi yönetimine birer örnektir. Bu yönetim biçimi 20. Yüzyıla kadar neredeyse birçok ülkede uygulanmış olup, günümüzde İngiltere gibi birkaç ülkede sembolik olarak varlığını devam ettirmektedir. Bir diğer sistem olan Teokrasi ise dini ve siyasi bütün yetkilerin tek elde toplandığı sistemdir. Devletin dini kurallara göre yönetildiği bu sistem, özellikle dinlerin ilk çıktığı zamanlarda etkili olmuştur. Günümüzde İran’ın bu sisteme benzer bir sistem ile yönetildiğini söyleyebiliriz. Son olarak listeye ekleyeceğimiz ve günümüzde hâlihazırda birçok ülkenin benimsediği bir diğer yönetim biçimi olan Cumhuriyet, 1789 Fransız Devrimi sonucu ortaya çıkarak, Monarşi ve Teokrasinin yıkılmasında etkili olmuştur. Teoride halkın kendi kendini yönettiği bu sistem, halkın belirli sürelerle seçtiği temsilciler yoluyla yönetime dâhil olmasıdır. Sistemin temeli demokrasiye dayanır. Ama maalesef diğer sistemlerde olduğu gibi bu sistem de birçok çelişkiyi içinde barındırır. Modern Dünya, son yüzyılın ikinci yarısında Kapitalizm ve Komünizm sistemlerinin savaşına şahit oldu. Bu savaşın kazananı olan kapitalizm, bütün devlet yönetim biçimlerine entegre olmuş bir ekonomik sistem olarak varlığını devam ettirmektedir. Bir ekonomik sistem olan kapitalizmin siyaseti etkisi altına alması maalesef uzun sürmemiştir. Bu nedenle kapitalizm için modern çağın feodalizmi demek abartı olmayacaktır. Halkın kendi kendini yönettiği bir sistem olan Cumhuriyet için teoride tabirini kullanmamızın sebebi, pratikte bunun böyle olmadığını gösteren sayısız örnek olmasıdır.
“Devlet zenginlerin bekçiliğini yapan bir örgüttür.” 18. Yüzyıla bıraktığı eserlerle, Fransız İhtilali öncesi halkın aydınlanmasında önemli katkıları olan Fransız yazar ve filozof Jean-Jacques Rousseau, 1762 yılında kaleme aldığı “Toplum Sözleşmesi” kitabında, ideal bir devlet yönetiminin nasıl olması gerektiği ile ilgili birçok fikir ve görüş belirtmiştir. Bugün, cumhuriyet sistemi ile yönetilen ülkelerde ki demokrasinin temelini oluşturan yasama yürütme ve yargı kurumlarının bağımsızlığını öngören “Erkler Ayrılığı” kavramı, Rousseau’nun Cumhuriyet sistemine kazandırmış olduğu bir ilkedir. Cumhuriyet sisteminde ki ana çelişki, halkın kendini temsil edecek kişileri seçme sürecinde başlıyor. Ekseriyetinde toplumdaki varlıklı zengin kişilerin aday olduğu ve seçildiği bu sistemde yasama organını, zenginler kulübünden oluşan bir parlamento, yürütme organında ise bu parlamento içinden seçilen vekiller görev almaktadır. Çıkar ilişkilerinin kaçınılmaz olduğu bu sistemde, parlamenterlerin hazırladığı yasaların ve yürütme görevini üstlenen hükümetin atayacağı yargı mensuplarının halka hizmet etmesini beklemek, ütopik bir düşünceden öteye geçemez. Bu bağlamda Rousseau’nun “Devlet zenginlerin bekçiliğini yapan bir örgüttür” sözünün içi boş bir laf olmadığı, Monarşi ve Teokraside olduğu gibi eski yönetim biçimlerinde ki adaletsizliğin modern yönetim sistemi olan Cumhuriyette de kendini gösterdiğini görüyoruz.
İlkel kölelik zamanında kölelerin karınlarını doyuran feodal ve aristokrat efendilerin yerini alan günümüz çağdaş kapitalist iş adamları, kurdukları modern kölelik sisteminde, insanların (kölelerin) karınlarını doyurmak yerine onlara sadece karınlarını doyurabilecekleri kadar ücret vermeleri, geçmişten günümüze değişen hiçbir şey olmadığını gözler önüne sermektedir. Kendi kendini yönettiğini sanan, köle değil hür bir birey olduğu yanılsamasında yaşayan insanların, yeni bir yönetim sistemine ihtiyaçlarının olduğu açık bir gerçektir. Karşımıza çıkan en büyük sorun ise, derin bir hipnozda yaşayan insanların bu farkındalığa varıp varamayacakları. Yazılı ve görsel medya aracılığı ile uygulanan bu illüzyon devam ettikçe, insanların yeni bir sistem arayışına girmelerini beklemek çok olası görünmüyor.