İçindekiler
Son günlerin bitmeyen gündemi Merkez Bankası’na ait 128 milyar dolar tutarındaki altın ve döviz rezervinin akıbeti. Konu önemli zira hem oran çok yüksek ve önemli finansal problemlere yol açıyor hem de konunun siyasi uzantıları aşikâr.
Ama öncelikle rezerv meselesini ele alalım.
Merkez Bankası Rezervleri
Merkez bankaları para politikası uygulamalarında faiz oranlarını ve maddi büyüklükleri kullanır. Yani paranın fiyatı ve sayısını. Türkiye gibi sık sık cari açık verip dış borç yüküne giren ülkelerde, ani sermaye çıkışları nedeniyle piyasalarda devamlılığı koruma ve dış borçların ödenmesi ile ithalatın problemsiz gerçekleştirilmesini sağlama amaçlarıyla rezervler de bir siyaset aracı olarak kullanılır. Zamanla rezerv tüketiminin tesir gücünün düşüklüğü meydana çıkmıştır; zira bir para birimine karşı spekülasyonda bulunanlar karşı tarafın rezerv sayısını görebilir. Rezervler yetersizse eldeki kurşunların tükenip spekülasyon amacıyla ideal zemin yaratacağını bilirler.
Türkiye’nin Altın Ve Dolar Rezervleri
Rezervler kuvvetli para birimlerindeki mevduat hesabı ya da devlet tahvili olarak ya da altın gibi değerli metaller şeklinde tutulur. Geleneksel olarak altın ve dolar küresel düzeyde en büyük hacimlerdedir.
Türkiye’de Halkbank davası ve S-400 alımı kaynaklı finansal yaptırım ihtimalleri sebebiyle ABD Doları cinsi rezervler çok düşük. Altın rezervleri ise görece yüksek. Türkiye’nin döviz ve altın rezervleri 2001 krizinden sonra eksiye düştü. IMF ile oluşturulan destekleme anlaşmasının sağladığı itimat ve yüksek faiz siyasetinin oluşturduğu cazibeyle sıcak para aktıkça rezervler tekrardan oluşturuldu.
Bu noktada Merkez Bankası’nın (TCMB) döviz ve altın rezervi şeklinde varlıkları kadar tekrar yabancı para cinsi sorumluluklarının da bulunduğunu hatırlatmakta yarar var. Yani kasadaki oran kadar borç ya da ödünç olarak alınan oranın da göz önünde tutulması lüzumdur. TCMB’nin döviz ve altın varlıklarından sorumlulukları çıkarılınca geriye net rezervler kalır. Bu şekilde hesaplandığında net rezervler 2011 senesinde 71 milyar dolara çıkarak rekor kırdı. Bu oran geçmişe kıyasla olumluydu ama eş vakitli rekor düzeyde cari açık verilip büyük dış borç yükü altına girildiğinden ötürü rezervler hep yetersiz kaldı. Türkiye, IMF’nin rezerv yeterlilik oranlarında benzer ülkelere göre hep zayıf takımda yer aldı. Özetle, Türkiye’nin rezervlerinin en yüksek bulunduğu dönemde bile oranı yeterli değildi.
2011’den itibaren yüksek dış borçluluk finansal çalkantılar yaratmaya başladı ve 2013’teki sarsıntı dolar kurunu patlatınca vatandaşlar bu haldan ilk kez haberdar oldu. O dönemde de kur ve faizi eş anlı düşük tutabilmek amacıyla şeffaf bir biçimde iki koldan rezerv satışı yapıldı. Bir taraftan ticari bankalara açık prosedürlerle direkt olarak döviz verildi diğer taraftan BOTAŞ’a doğalgaz ithalatı yapması amacıyla döviz verildi. Sonuç, kur ve faizin tekrar sıçramasıydı. Daha sonra 2019 senesine kadar direkt olarak rezerv satışı uygulanmadı, sadece yerinde bir kararla BOTAŞ’a derli toplu döviz aktarıldı.
Olağandışı İşlemler
Şubat 2019 itibarıyla TCMB’nin net rezervleri 33 milyar dolara kadar düştü. Rezerv satışı yapmanın hem yararlı olmayacağı hem de diğer büyük problemlere yol açabileceği aşikârdı. Buna karşın tam da bu dönemde şeffaf olmayan rezerv satış başladı. Piyasada kaynağı belirsiz döviz likiditesi bulunuyordu. Ekonomist Haluk Bürümcekçi’nin emekleriyle kaynağın TCMB bulunduğu ve araya hesap verme yükümlülüğü bulunmayan bir kurum aracılığı ile (ne tesadüftür ki Türkiye Varlık Fonu’nu da Sayıştay denetlemiyor) dövizlerin evvelce kamu bankalarına ve sonrasında piyasalara satıldığı meydana çıktı. Bu prosedürlerin gerisinde hayli tehlikeli bir finansal kurnazlık vardı.
TCMB’nin rezervleri yetersizdi ve sık sık satış mümkün değildi. Bunu çözüme ulaştırmak amacıyla devlet içerisindeki ticari bankalar ve TCMB döviz swap prosedürlerini başlattı.
Bunun manası şuydu: TCMB sattığı kendi rezervlerini pazardan swap yolu ile ödünç alıyor ve bunu raporlarken bilançosu içerisinde göstermiyordu. Böylece bir taraftan rezervler satılıp kur ve faiz artışları engelleniyor, diğer taraftan pazardan bu para geri borçlanılıyor ama bilançoda gösterilmeyince rezervler şişik duruyordu. Kerim Rota’nın söylemiyle bir ‘devr-i daim makinesi’ oluşturulmuştu.
Pandemi Döneminde Rezervler
Teoride mükemmel olan bu mekanizma, pratikte ülke dışına sermaye çıkışı ya da yastık altına kaçış bulunduğunda kullanım ömrünü yitirme riski taşıyordu. 2019 senesi küresel pazarlarda sakin bir şekilde geçince bir sene süresince net rezervlerdeki kayba karşın bu mekanizma sürdürülebildi, ta ki pandemi başlayana kadar.
Bu dönemde ekonomik aktiviteyi canlı tutabilmek ve inşaat sektörünü yüzdürebilmek amacıyla düşük faiz dönemi başladı. Aynı dönemde yabancı yatırımcılar Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelerden kaçıyordu. Düşük faizlerle vatandaşlar TL borçlanıp döviz ve altına yatırım yapmaya, hem de bunu yastık altında tutmaya başladı. Nisan 2020’de TCMB net rezervleri piyasalardan ve Katar ile Çin merkez bankalarından alınan ödünçler (swaplar) hariç 19 sene sonra ilk kez eksiye düştü.
Rezerv satışıyla işlerin sürdürülemeyeceğinin kesinleşmesine karşın ısrarla bu siyaset uygulandı. Yaz aylarında TCMB’nin satışlarına üç kamu bankası da katıldı ve döviz açık pozisyon meşru sınırını dokuz hafta üst üste ihlal ederek büyük risk üstlendiler. Neticesinde döviz cinsi tahvil ihracıyla bu risk direkt olarak Hazine’ye aktarıldı ve kamu bankaları kısmen soluk aldı.
Fakat ekonomi politikalarındaki kural tanımazlık iyice meydana çıkınca sermaye çıkışı ve yastık altına kaçış hızlandı. Ekim 2020’de TCMB döviz ve altın rezervleri yükümlülükler ve ödünçler düşüldükten sonra eksi 45 milyar dolara geriledi. TCMB faiz artışı yapsa da kur atağı yaşandı. Yalnızca döviz kuru artışı manasına gelen kur krizinin de ötesinde 1990’larda dahi yaşanmayan ve en son 1978-80 arasında ’70 sente muhtaç kalmak’ sözüyle ifade edilen ödemeler dengesi krizine ramak kala sürpriz bakan ve MB başkanı değişimiyle uçurumun kenarından dönüldü.
Bize Maliyeti Nedir?
Uygulanan siyasetin neticesi 2001’den beri biriktirilen rezervlerin kaybı ve üzerine ticari banka ve diğer ülke merkez bankalarına borçtu. Döviz kuru yeni rekorlar kırdı; döviz açık pozisyonu taşıyan Hazine ve bilhassa reel sektör büyük zarar yaşadı. Gecikmeli olarak faizler artırılınca tesiri sınırlı kaldı, döviz kurunda kalıcı devamlılık sağlanamadı.
Peki, bütün bu dövizler nereye gitti?
İşte bilgi kirliliği ve problem en çok bu noktada. Çünkü rezervler bir tip kamu harcaması değil. Ortada bir mal ya da hizmet alımı sahibi olan sözleşme yok. Bu amaçla bu rezervlerle gidip aşı alabilirdik ya da SMA hastaları amacıyla kullanabilirdik şu kadar köprü yapılırdı gibi önermeler finansal yönden bütünüyle yanlış. Bu tip sözlerle yanlış siyasetin topluma anlatılması amaçlansa da iktidar çevresinin haksızken haklı hale düşmek gayet mümkün. Bir diğer husus, satılan 128 milyar dolar karşılığında TCMB kasasında hala 128 milyar dolar ederinde para var, ama döviz değil TL olarak. Yani para yerinde ama döviz değil TL şeklinde.
Mesele şu ki yeryüzünde TL basma imtiyazına sahip tek kurum TCMB ve TL’nin uluslararası düzeyde bir karşılığı yok. Yani TCMB kasasındaki döviz ve altının bir manası varken TL’nin hiçbir manası yok. İşte bu amaçla “Rezervler peşkeş çekildi” cümlesi yanlış olsa da “Rezervler çarçur edildi” cümlesi doğru. Çünkü TCMB istediği her vakit TL üretebilir, bunun amacıyla döviz rezervlerini heba etmeye lüzum yok.
Peki, satılan dövizleri kim aldı? Ben size söyleyim Herkes!
Bunu ayırt etmek mümkün değil, son iki senede piyasalardan isterse 1 dolar olsun döviz alan herkes bu haktan yararlandı. Tabii yararlanmanın ölçüsünü cebin büyüklüğü belirler. Büyük şirketler ve zengin kesim daha çok yararlandı, bilhassa de döviz borcu içerisinde olanlara bir nevi kıyak geçilmiş oldu.
Öyleyse problem şurda:
Tüm bu satışlar şeffaf olmayan bir şekilde yapıldı, bu açık bir usulsüzlük. Ötesi, oluşturulan bu siyaset başarısız oldu. Yalnızca döviz kuru ve faiz oranlarındaki yükseliş değil; milyarlarca doların düşük fiyattan satılmasıyla kamu zararı oluştu.
Zarar Ne derece büyük?
Bunu hesaplamak amacıyla ortalama satış fiyatını bilmemiz lazım ki TCMB satışları kabul etse de fiyatları hala açıklamıyor. 2019’da dolar kurunun gördüğü en yüksek değer 6,20 idi. Bunun manası şu: 2019’da satılanların en yükseğinin bile fiyatı 6,20’nin altında.
Cumhurbaşkanı Erdoğan rezervlerin pandemi sebebiyle satıldığını söylemişti, hâlbuki pandeminin oluşturduğu ekonomik şok Şubat 2020’de, aylar sonra başladı. Şu andaki dolar kuru ise 8,15. Bu hal kamu zararının onlarca milyar TL bulunduğunu gösteriyor. Üstelik bu rezervlerin önümüzdeki dönemde çok daha yüksek kur seviyesinden yerine konabileceğini düşünecek olursak zarar belki de yüzlerce milyar TL’yi aşacak.
Hepsi Maalesef bu kadar değil, zira net rezervlerin ekside olması küresel pazarlarda mümkün bir şok halinde dış borçları ödeme ve ithalatı yapmak riski aza indirmek amacıyla olabilir. Geleceğin ne getireceğini kestirmek basit değil. Ötesi, savaş, ambargo ya da yaptırım gibi bir hal yaşasak uluslararası ödemeleri ve silah alımı gibi prosedürleri yapamayabiliriz. En açık ifadeyle eksi 50 milyar dolara düşmüş net rezervler tartışmasız bir milli emniyet riski.
İktidar İddaalara sert çıkıyor?
Bunun iki ana sebebi var. İlki bütünüyle yanlış olduklarını bilmeleri, ikincisi ise bunu kanıtlamanın basit olması.
Bankaların prosedür defterlerini beş sene süresince, TCMB ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun ise (BDDK) sürekli olarak saklanması lazım. Satım prosedürlerini sahibi olan talimatların sadece elektronik değil aynı vakitte ıslak imzalı suretleri de bulunuyor. Bu amaçla iktidar değişiminin sonrasında süratli bir soruşturmayla toplam satış hacmi, satış fiyatı ve talimatı veren bireylerin belirlenmesi basit. Özetle, bu işin soruşturulması halinde örtbas edilmesi mümkün değil. Gerekli olan tek şey hukukun üstünlüğü.
Bir iktidar değişiminden sonra iktidarın en büyük korkusu TCMB rezervlerinin soruşturulması olacak. Yasal olarak bu satışların 1 numaralı sorumluları TCMB diğerileri Murat Çetinkaya ve Murat Uysal. Cumhurbaşkanı Erdoğan da her şeyin bilgi kapasitesi ve onayı dahilinde bulunduğunu belirtiyor. Aradaki kayıp halka ise Berat Albayrak. Ortaya çıkan bu halin oluşturduğu milli emniyet risklerinin diğer neticeleri olma ihtimalini de bir kez daha vurgulayalım. Kısacası TCMB rezervleri hususu iktidarın Aşil tendonu. Bu tendonu koparırsanız İktidar Düşer.